2 Mart’ta toplanan Fırka grubu Mustafa Kemal’in işaret ettiği hususları müzakere etti. Prensipler üzerinde mutabık kalındı.

3 Mart günü ilk celsede “Hilafetin kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye dışına çıkarılmasına”, “Şer’iye ve Evkaf ve Erkânı Harbiye Vekâletlerinin kaldırılmasına” ve “Tedrisatın birleştirilmesine” dair takrirler okundu.

Müzakereler 18.45’e kadar sürmüş, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti lâğvedilmiş, bütün öğretim müesseseleri, medreseler, Maarif Vekâleti’ne bağlanmıştı. Halife hal’ edilmiş, Hilafet makamı artık tarihe karışmıştı. Üstelik Osmanlı hanedanı mensuplarının yurt içinde ikametleri de yasaklandı.

Hilafetin kaldırılmasını istemeyen ve bunda Türkler için sayısız faydalar olduğu düşüncesini taşıyan bâzı kimseler, Hilafet’in lağvının artık an mes’elesi olduğunu sezince, Hilafetin kaldırılmaması için, Mustafa Kemal’e bizzat Halife olmasını teklif ettilerse de, Mustafa Kemal reddetti.

Hattâ, Hilafetin lağvı esnasında Kızılay namına Hindistan’da bir heyetin riyasetinde bulunan Antalya mebusu ulemadan Râsih Efendi, dönüşünde Mısır’a da uğramış, Mustafa Kemal’e şunları söylemişti:

“Seyahat ettiğim memleketlerdeki İslâmlar sizin Halife olmanızı istiyorlar. Salâhiyet sahibi İslâm heyetleri bu hususu size bildirmem için beni vekil tâyin ettiler.”

Mustafa Kemal, müslümanların hakkında besledikleri hüsnü teveccühe teşekkür ederek bu teklifi reddetti.

Abdülmecid Efendi, 3 Mart 1924 gecesi hususî bir trenle İstanbul’dan ayrılmış İsviçre’nin yolunu tutmuştu.

Hâdise, dünya efkârı umumiyesinin dikkatini çekmiş, çeşitli söylentilere yol açmıştı. Bu yüzden İsviçre’ye mevsimsiz olduğu halde bir akın başlamıştı. İsviçre resmî makamlarının sabık Halife nezdinde nâzikâne bir ikazda bulunmaları da ayrıca dikkate şayan bir noktadır.

Halbuki, Edirne’den ayrılmazdan önce, İstanbul Emniyet Müdürü Sadettin Bey’in şahsında Türk hükümetine âdeta teminat vermişti:

“Bütün alâkadarlar emin olsunlar…Bilhassa millet emin olsun. Bundan sonra yegâne meşgalem, milletimin saadet ve refahına duahân olmaktır. Siyaseti zaten sevmem. Bütün olanlar mukadderatın eseridir. Her hâdisenin olduğu gibi bana ve Hanedan-ı Âl-i Osmana münasip görülenin de mülk ü millete faideli olmasını Cenab-ı Hakdan niyaz etmekteyim. Sizlere de buralara kadar zahmet ettiğiniz için teşekkür ederim.”

İngiltere sömürge siyaseti güden bir devletti. Sömürge olarak elinde bulundurduğu memleketler ahalisinin çoğunu müslümanların teşkil etmesi, Hilafet müessesesine bigâne kalamıyacağına en kuvvetli bir delil teşkil eder. Nitekim sırf bu yüzden, yani İslâm Âlemi üzerinde manevî bir hâkimiyet de kurarak geleceğini güven altına almak isteyişini bir ara asî ve hain Mekke Şerîfi Hüseyin’in şahsında ona halifelik vererek gerçekleştirmeye çalıştığı görüldüyse de, fiyaskoyla neticelenmişti.

Abdülmecid Efendi’nin yurt dışı edilerek İsviçre’ye gelişi, İngiltere’nin ümide kapılmasına ve bu meyanda harekete geçmesine sebep oldu. Çok geçmeden hususî bir mümessili zahirî bir vazifeyle İsviçre’ye göndermişler nabız yoklamasında bulunmuşlardı. İngiltere’nin meşhur siyasîlerinden olan Sör Nevil Henderson’un nasıl bir netice aldığı şimdilik malumumuz değil…Bunu müteakip Hind Hilafet Komitesi’nin simalarından Emir Ali İsviçre’ye gelerek Abdülmecid Efendi ile görüşmelerde bulundu, onu Hindistan’a dâvet etti. Bu sıralarda, birçok şayialar ortalığı kapladığı halde, Abdülmecid Efendi hiçbirine kulak asmamış, kendisini lâfzen ve fiilen her türlü faaliyetten korumasını bilerek, asla kimsenin oyununa gelmemiş yurt dışına çıkarken verdiği söze her zaman sadık kalmıştır.

İngiltere’nin “Hilafet Siyaseti” gütmek isteyişi, bilhassa Kuzey Afrika’daki müslüman ülkeleri elinde bulunduran Fransa’nın gözünden kaçmamış, o da, mukabil siyasî taarruza geçerek Abdülmecid’den istifade yollarını aramıştır. Nitekim İsviçre’ye Mösyö Bompar’ı göndermesi sırf bu yüzdendi.

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981