banner1024
  Adamın biri yabancı olduğu bir kasabada dolaşırken büyük abdesti gelir.

Fena halde sıkışmıştır. Oraya-buraya seyirtir. Tuvalet arar, bulamaz.

Sonra aklına gelir. Burası bir müslüman kentidir. Ve her caminin müştemilatında mutlaka bir umumi tuvalet olması gerekir. Gözlerini havaya çevirir ve bir minare görür. O yana doğru seyirtir ve tuvaleti bulur. Boş iki kabin; kapılarında birer su ibriği ve çubuğunu tüttüren; bir sandalyenin üstüne adeta tünemiş bir tuvaletçi görür.

İbriklerden birini kaptığı gibi kabinlerden birine dalar. İbrikçi arkasından var gücüyle bağırır.”

 “- Bırak o ibriği, ötekini al.....”

      “ Adamın tartışacak hali yoktur. Bırakır aldığı ibriği, ötekini alır ve içeri girer...

Ooohhhh... rahatlamıştır. Taharetlenir, dışarı çıkar, elllerini yıkar, parasını da verdikten sonra ibrikçiye sorar... ”

 “- Yahu arkadaş içeride merak ettim, düşündüm. Bu ibriği değil de ötekini alsaydım ne olurdu?”

 “İbrikçi mağrur bir ifadeyle çubuğndan iki nefes daha çeker; sandalyesine iyice gömülür ve soruyu yanıtlar...

 “- BIRAK!... BİZİM DE BU KADAR FORSUMUZ OLSUN....”

Kıssadan hisse…Bir insana ya ihtiyaçtan ötürü, ya da ekmek yesin diye bir görev verirsiniz, o mutlaka bunun bir havasını gösterir…

O da bilir ki nihayetinde ibrikçi de olsa bir gün bu görevi sona erecektir…

Biz ne ibrikçiler biliriz şimdi esamesi bile okunmuyor. O yüzden koltuklara aşık olmak veya yapışmak da bir çare değildir…

***

 

Osmanlı döneminde Yeniçeriler yine bir isyan çıkartıyorlar, kazan kaldırıyorlar. Padişaha haber gidiyor, ''Gidip bakın bakalım neymiş bu kez dertleri'' diyor padişah. Görevlendirdiği kişiler, yeniçeri ocağına girip, Başçeri ile konuşuyorlar. Başçeri diyor ki, ''Yemeklerimiz kötüleşti. Artık eskisi gibi bize değer verilmiyor, yemeklerimizin malzemesi eksik, devlet bu kadar fakir miki, hoşafımızın yağını kesti? ''

 

Haber aynen padişaha iletiliyor. Yeniçerilere yemek yapan aşçıbaşı çağrılıyor. Padişah, ''Siz ülke için savaşan, topraklarımızı genişletip koruyan Yeniçerileri nasıl beslemezsiniz, hoşaflarının yağını nasıl kesersiniz, bre kâfirler!'' diye azarlıyor aşçıları ve aşçıbaşını.

Aşçıbaşı diyor ki; '' Aman padişahım, ne dersiniz? Hoşafta yağ olmaz. Çeriler kazan kaldırmak istemiş, bahane üretirler'' Padişah ikna olmuyor. Durumu derinlemesine incelettiriyor. Önce yeniçerilere yemek yapan aşçının emekli olduğu anlaşılıyor, yaşlı aşçı evden apar topar getirilip mutfağa sokuluyor. “Yap şunlara bir hoşaf!” diyorlar. Yeni aşçılar da öğrenmek için etrafına diziliyorlar. Yapıyor yemekleri yaşlı aşçı...

 

Ve durum ortaya çıkıyor. Yaşlı aşçı önce pilavı koyuyor kepçeyle, sonra da hoşafı. Pilavın kaşığındaki yağ hoşafa geçiyor veya pilav yaptığı aynı kazanda hoşaf da yapıyor, yeniçeriler hoşaf üzerinde gezinen yağa alışıklar ya, sanıyorlar ki yeni aşçılar emir aldı saraydan, mutfağın masrafları ondan dolayı kısıtlandı..Kazan kaldırmak deyimi de buradan geliyor.

***

Püf noktası deyiminin hikayesi…

Ahi Evran zamanında ( Usta - Çırak müessesesi de diyebiliriz) , çırak ustasından onay (icazet) alır ve ancak o zaman ayrılıp kendi dükkânını açabilir. Orta Anadolu' da bir camcı ustası vardır. Ahilik yapar. Zamanı gelen eski çıraklarına " sen oldun " der ve el verir, uğurlar. Böylece eski çırak artık yeni bir usta olmuştur. Günlerden bir gün çıraklardan birisi ustanın el vermesini bekleyemez. Ayrılacağını, onay ve el vermesini ister. Ustası da daha olmadığı nedeniyle veremeyeceğini söyler. Çırak nesinin olmadığını sorar; - " İşin en önemli kısmını, yani püf noktasını bilmiyorsun. " der. Çırak dinlemez, başka bir şehre gider ve dükkan açar. Dikiş tutturamaz. Yaptığı bütün cam işleri, biblolar, her şey bir müddet sonra çatlamaktadır. Esnaf ve halk tarafından ayıplanan çırak, bir yıl sonra iflas etmiş olarak ustasının yanına döner. Elini öper, ben ettim sen etme der. Ustası da olana kadar yanında çalışması gerektiğini söyler. Sonunda bir gün usta çırağına müjdeyi verir. Olduğunu, gidebileceğini, el vereceğini söyler. Ayrılmadan önce ustası onu karanlık odaya sokar. İzin almadan girilmediği üzere daha önce buraya hiç girmemiştir. Yeni bitmiş, sıcak ürünler odanın bir kenarında durmaktadır. Tavanda bir yerde, toplu iğne deliği kadar büyüklükte bir güneş ışığı huzmesi vardır. Usta sıcak bir parça alır, ışığa tutar, evirir çevirir. Bakar ki camın bir yerinde gözle görülemeyecek kadar küçük bir hava kabarcığı vardır. Püf yaparak üfler ve kabarcık kaybolur. Parçayı çırağa uzatır, ayrı koymasını, soğumaya bırakmasını söyler. Daha sonra çırak üflemeye başlar. Nasıl üfleneceğini, neresinin püfleneceğini iyice öğrenir. Ve anlar ki, çatlamaya bu küçük kabarcıklar neden olmaktadır. Daha sonra helâlleşirler ve püf noktasının önemini kavramış çiçeği burnunda usta yoluna devam eder. her işin ve her şeyin bir püf noktası vardır.

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981