banner1098

Bilinen tarihi M.Ö. 14. yüzyılın sonlarına uzanan Düzce’de Frig, Lidya, Pers, Roma, Bizans ve Selçuklu uygarlıklarının izlerine rastlamak mümkündür. Osmanlı ise bu topraklara 1323 yılında, Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin komutanlarından olan Konuralp Bey’in Bizans’ı mağlup etmesiyle girmiştir. O tarihten beri hep Türk yurdu olarak kalan Düzce, turizm açısından akla ilk gelen kentlerimizden biri olmasa da sahip olduğu tarihi ve kültürel varlıkları ile adeta bir gizli hazineler diyarıdır. Özellikle “Batı Karadeniz'in Efes”i olarak bilinen “Prusias ad Hypium” ya da namıdiğer “Konuralp Antik Kenti”, Düzce dendiğinde mutlaka adı anılması gereken yerlerin başında gelir. Antik kentin tiyatrosu ise belki de Bergama Akropolü’ndeki antik tiyatrodan sonra ülkemizdeki en güzel antik tiyatro olabilir. Zaten itiraf etmek gerekirse ben de sırf bu antik tiyatroyu görebilmek için uzun zamandır Düzce’ye gitmek istiyordum. Tüm hazırlıkları yaptıktan sonra eşim Saliha ile birlikte Gebze’den yola çıkıp yaklaşık 3 saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra Düzce sınırlarına giriyoruz.


Yazı ve Fotoğraflar: UĞUR TATAR



Anadolu’nun İki Bin Yıllık Şahidi: ROMA KÖPRÜSÜ


İnsanoğlu, Dünya’ya ayak bastığından beri hep doğa ile mücadele içinde olmuştur. Bunun neticesinde de eğer doğa ona istediğini sunmuyorsa, o, doğayı istediği şekle sokmuştur. 


Mesela yıllar önce dönemin Sivas Valisi Halil Rıfat Paşa, “Gidemediğin yer senin değildir” diyerek geçit vermez Yavuzkemal Beldesi dağlarına Türkiye’de insan gücü ile açılan ilk karayolu tünelini açmış, İç Anadolu’yu Giresun Limanı’na bağlamıştır.


Hannibal’ın meşhur sözünde olduğu gibi “Ya bir yol bulacağız ya da bir yol yapacağız” düsturu ile hareket eden insanoğlu, yol yoksa yol yapmış, geçit yoksa köprü inşa etmiştir. Doğaya karşı bu mücadelenin sonucunda ise göz ve gönül okşayan müthiş mimari yapılar ortaya çıkmıştır. İşte bunlardan bazılarının güzelliği ayan beyan ortadayken bazılarınınki sadeliği ve asırlara meydan okuyan dayanıklılığı ile içinde saklıdır. Ama bu tarihi eserler zamana dirense de maalesef hafızalara yenilmişlerdir.


Mesela Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde bulunan, Mimar Sinan’ın yaptığı ve onun adını taşıyan 5 asırlık tarihi köprüyü ele alalım. Fabrikaların arasında sıkışıp kalmış öksüz bir çocuk kadar yalnız olan bu köprü, güzelliğinden hiçbir şey kaybetmese de talihsiz konumu yüzünden hak ettiği değeri bir türlü bulamamıştır. 


Mimar Sinan Köprüsü’nden 160 kilometre uzaklıkta, onunla aynı kaderi taşıyan bir başka köprüye gidiyoruz şimdi. Roma Köprüsü, yolların ve evlerin arasında işlevini yitirmiş bir şekilde Tabak Deresi’nin üzerinde karşılıyor bizi. Yoldan geçerken ilk bakışta fark edilmeyen bu köprüyü bulmak, sürpriz bir hediye paketini açmaya benziyor. 


Önceden atıl bir vaziyette kaderine terk edilen bu köprü, Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından 2018-2022 yılları arasında aslına uygun olarak restore edilmiştir. 31 metre uzunluğunda ve 5 metre genişliğinde olan bu köprü, M.S. 69-96 yılları arasında Roma döneminde hiç harç kullanılmadan taşlar bir araya getirilerek inşa edilmiştir. 


Prusias ad Hypium Antik Kenti’nde kazı yapan arkeologlar tarafından bulunan ve yaklaşık iki bin yıllık tarihi ile Anadolu’nun şahidi olan bu tarihi köprüde yürümek insana ayrı bir keyif veriyor. Bir süreliğine etraftaki herkesi unutup insanı derinden etkileyen bu mimarlık harikasını seyre dalıyorum. Köprünün bulunduğu yer yüzünden güzel bir fotoğrafını çekememek beni üzse de yılmadan en güzel açıyı yakalamaya çalışıyorum. İstediğim sonuca bir türlü ulaşamasam da kendimi fazla üzmüyorum. Nasıl olsa uğruna bunca yol geldiğim antik kent tiyatrosunun, manzarasını benimle cömertçe paylaşacağını adım gibi biliyorum.



Batı Karadeniz'in Efes’i: PRUSIAS AD HYPIUM ANTİK KENTİ


Bu keyifli başlangıcın ardından bir sonraki durağımız, hiç şüphesiz köprünün güzelliğini gölgede bırakacak olan Prusias ad Hypium Antik Kenti olacak. Köprüden yaklaşık 2 kilometrelik bir mesafede, Konuralp Mahallesi’nde bulunan antik kente kısa sürede ulaşıyoruz.


Geçmişi M.Ö. 3’üncü yüzyıla kadar uzanan Prusias ad Hypium Antik Kenti, önceleri “Hypios” adı ile anılsa da daha sonra “Kieros” olarak kayıtlara geçmiştir. Bitinya kralı I. Prusias’ın şehri ele geçirmesi ile birlikte şehrin kaderi de değişmiş ve Prusias, ihya edip abidelerle donattığı bu şehre kendi adını vermiştir.



Prusias ad Hypium Antik Kenti’nin kültürel mirasını yaşatmak amacıyla 2003 yılında ziyarete açılan ve arkeolojik, etnografik ve sikke olmak üzere toplamda 6 binin üzerinde eseri bünyesinde barındıran Konuralp Müzesi, geçici olarak kapalı olduğu için hiç vakit kaybetmeden antik kentin içine giriyoruz.Neredeyse kusursuz bir şekilde günümüze ulaşan antik tiyatro, ziyaretçilerine gösterişli olduğu kadar samimi bir atmosfer de sunuyor. 


Halk arasında “Kırk Basamaklar” denilen bu antik tiyatro, Helenistik Çağ’da yapılsa da Roma Dönemi’nde yapılan eklemelerle geliştirilmeye devam etmiştir. Roma tiyatrolarının nadir örneklerinden biri olan bu eser, Karadeniz bölgesinin en iyi korunmuş antik tiyatrosudur.



Vitruvius’un ilkelerine uygun olarak simetrik bir şekilde yapılan tiyatronun bu kusursuz yapısına şahit olmak için tiyatroyu tam ortalayarak muazzam manzarayı seyretmek yeterli. Önünüzde antik kentten kalan yapılar uzanırken uzaklarda yükselen Konuralp Camii’nin minaresi ve yeni yerleşim yerine ait evler manzarayı tamamlıyor. Geçmiş ve şimdi arasında duran zamana şahitlik yaptığınız bu tiyatronun büyüsüne kapılmamak elde değil. Hele bir de tiyatronun en üst basamaklarına çıktığınızda karşılaştığınız panoramik manzaranın etkisinden uzun süre çıkamayacağınız neredeyse kesin gibi!

Prusias ad Hypium Antik Kenti Tiyatrosu’nun yakınlarında Roma Köprüsü dışında akropol, su kemeri, hamam ve Atlı Kapı gibi önemli yapılar bulunuyor. Bu yapılardan özellikle Atlı Kapı için bir parantez açmak gerekiyor. Antik tiyatronun çok yakınında bulunan Atlı Kapı, antik kentin giriş kapısı olma özelliğini taşıyor. Kapının uzantısı surlar ise çeşitli dönemlerde gördüğü onarımlar sırasında kullanılan devşirme malzemeler ile farklı bir görünüme sahip olmasıyla dikkat çekiyor. Kalker malzemeden yapılan bu kapıya, kapı lentosunun altında bulunan at kabartması yüzünden Atlı Kapı deniyor. Zaman içerisinde silikleşen kabartmayı ilk bakışta fark edemesek de dikkatli baktığımızda binlerce yıllık bu atın, kentin girişinde bizi selamladığı fark ediyoruz.



Antik kentte yapılan kazı çalışmaları, sona yaklaşılsa da hala devam ediyor. Bu çalışmalarda Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait eserler arkeologlarımız tarafından ortaya çıkarılarak tarihin karanlıkta kalmış bir dönemi daha aydınlatılıyor. Yakın zamanda 1800 yıllık bir büst ile Büyük İskender’e ait bir heykel başının bulunduğunu da notlarımızın arasına ekleyelim.



Düzce’nin Manevi Muhafızı: KONUR ALP TÜRBESİ


Prusias ad Hypium Antik Kenti’nin hemen karşısında bulunan Konuralp Merkez Camii ve caminin bitişiğinde yer alan Konuralp Türbesi ile burası kültürlerin iç içe geçtiği, tarihin farklı zamanlarını harmanlayan etkileyici bir atmosfere sahip.


Bu noktada Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin yakın silah arkadaşlarından olan Konur Alp’den ayrıca bahsetmemiz gerekiyor. Zira Konuralp, Düzce için oldukça önemli bir isim. Öyle ki günümüzde antik kent bile onun ismi ile anılıyor.


1300 yılından itibaren Bizans ile amansız bir mücadeleye girişen Osman Gazi, elbette ki yalnız değildir. Akça Koca, Samsa Çavuş, Abdurrahman Gazi, Turgut Alp ve Köse Mihal gibi silah arkadaşlarının yanında Konur Alp’de Osman Gazi’ye tüm varlığıyla destek vermiştir. Osman Gazi’den sonra tahta geçen Organ Gazi, fetih çalışmalarına hız kesmeden devam ederken Karadeniz’e doğru yaptığı seferler için Konur Alp’i görevlendirmiştir. Konur Alp, Sakarya civarında fetihler yapmış; Akyazı, Mudurnu ve sonradan kendi adı verilecek olan Melen Çayı havzasını da fethetmiştir. Bursa’nın fethedilmesinde de büyük rol üstlenen Konur Alp, 1326 yılında vefat etmiştir. 


Bugün ismi Düzce’nin Konuralp mahallesinde yaşatılan büyük kahramanın naaşı ise bu mahallede yer alan Konuralp Türbesi’nde yer alıyor. Bu türbede Konur Alp’in sandukası dışında iki sanduka daha bulunuyor. Konur Alp’in sandukası en sağda yer alırken, ortada bulunan sanduka Bağdatlı Şeyh Hacı Hafız’a, en solda olan sanduka ise Konuralp Gazi’nin yakınlarından Ali Hamza’ya ait. Bu üç kahraman için Fatiha okuduktan sonra türbeden çıkıp zamanında bu kente hayat veren bir noktaya doğru hareket ediyoruz.



Roma Döneminin Anıtsal Tanıkları: KEMERKASIM SU KEMERLERİ


Dünyanın her yerine inşa ettiği görkemli su kemerlerini göz önünde bulundurduğumuzda Roma İmparatorluğu’nun suya verdiği önem yadsınamaz bir şekilde ortadadır. 


Mesela Roma İmparatorluğu, stratejik bir öneme sahip olan Karadeniz Ereğli’yi M.Ö. 70’li yıllarda ele geçirdikten sonra M.Ö. 60’lı yıllarda yaptığı su kemerleri ile bölgenin su ihtiyacını karşılamayı başarmıştır. Balı Mahallesi’nde bulunan su kemerleri, çok iyi korunmuş bir şekilde günümüze ulaşmıştır. Balı Su Kemerleri’ne yaklaşık 70 kilometre uzaklıkta bulunan Kemerkasım Su Kemerleri ise maalesef bu kadar şanslı değil!


Prusias ad Hypium Antik Kenti’nin su ihtiyacını karşılamak için kullanılan su kemerlerinden günümüze yalnızca 11 tane istinat ayağı ulaşmıştır. Moloz taş kullanılarak yapılan bu su kemerleri, bugün Kemerkasım köyünde bulunmaktadır.



Antik kente 10 kilometre uzaklıkta bulunan Kemerkasım Su Kemerleri’ne varıyoruz. Uzunluğu 160 metre, yüksekliği ise yaklaşık 20 metre olduğu tespit edilen kemerler, şehre çok uzaktan su getirildiğini kanıtlamaları bakımından çok önemli bir konumda bulunuyor. 


Köyün ortasından geçen yolun iki yanında bulunan su kemerlerine ait ayaklar, adeta bir abide gibi yükseliyor. Bir yandan bu kalıntılar karşısında büyülenirken bir yandan da bu görkemli yapının korunmamış olması beni hüzünlendiriyor. Ama bugünün köy yaşamıyla iç içe geçen kalıntıların, fotoğrafçıları cezbedecek bir atmosfer sunduğunu da söylemeden geçmemek gerekiyor.



Yer Altında Geçen Bir Masal: FAKILLI MAĞARASI


Bu kadar yeri gezdikten sonra biraz dinlenmeye karar veriyoruz. Ama ben bu kadim kentte daha keşfedilecek pek çok yer olduğu için zamanımı boşa harcamak istemiyorum; bu yüzden de molamızı herhangi bir kafe ya da restoranda vermek hiç içime sinmiyor. Çözümü Fakıllı Mağarası’na gitmekte buluyoruz. Zira ismini aldığı köyün orta yerinde bulunan bu mağara, etrafının bir piknik alanına dönüştürülmesiyle de öne çıkıyor.


Akçakoca ilçesinin 8 kilometre güneydoğusundaki mağaraya, çok dar bir köy yolundan biraz zorlanarak da olsa ulaşmayı başarıyoruz. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından I. derece sit alanı olarak tescillenen Fakıllı Mağarası, özel işletmeye verildiği için ne yazık ki MüzeKart geçmiyor. Sadece nakit ödeme ile girebildiğiniz mağara, neyse ki çok cüzi bir giriş fiyatına sahip. Zaten mağaradan içeri girdikten sonra, gidilen bunca yola da verilen paraya da fazlasıyla değdiğini görüyoruz.



Toplam uzunluğu 1.000 metrenin üzerinde olan mağaranın ziyarete açık alanı ise 350 metreden oluşuyor. Mağaranın girişinden itibaren yolun kenarlarından akan suyun masal tadındaki şarkısı, sarkıt ve dikitlerin büyüleyici manzarası ve bozulmamış örümcek ağlarının mimari harikası, mağaranın ışıklandırması ile birleşince ortaya unutulmayacak bir atmosfer çıkıyor.



Birçok galerinin bulunduğu mağarada gezmek büyük bir keyif olsa da güvenlik önlemlerinin biraz geri planda kaldığını da söylemek gerekiyor. Merdivenler son derece bakımsız, hatta bazı basamaklar kırılmış ve tamir edilmeden öylece bırakılmış duruyor. Herhangi bir uyarı levhası bile bulunmuyor. Mağaranın kaygan zemini ve dar geçitler düşünüldüğünde bu gerçekten büyük bir sorun teşkil ediyor. Umarız yetkililer bu sorunu çözerler de ziyaretçiler Fakıllı Mağarası’nı güven içerisinde keşfetmenin keyfini çıkarır. Bu anlamda Zonguldak’taki olağanüstü güzelliğe sahip Gökgöl Mağarası’nın iç düzenlenmelerinin diğer mağaralara da örnek olması gerektiğini düşünüyorum. Evinizin salonunda gezer gibi rahatlıkla gezebileceğiniz Gökgöl Mağarası, güvenli ve keyifli bir gezi deneyimi sunuyor.



Fakıllı Mağarası’nın havasının astım ve nefes darlığı gibi hastalıklara iyi geldiği de söyleniyor. Tabii bu ne kadar doğrudur bilemiyorum ama birçok mağarada karşılaşacağınız o bunaltıcı havanın bu mağarada olmadığını söyleyebiliriz. Mağara içinde bulunan oturma alanı ise eşine pek rastlanmayan bir dinlenme deneyimi vaat ediyor.



Denizin Tarih ile Buluştuğu Yer: CENEVİZ KALESİ


Fakıllı Mağarası’nda yeterince dinlendikten sonra Düzce’deki son durağımıza doğru yola çıkıyoruz. Doğal ve tarihi güzellikleri ile büyüleyen bu şehre veda etmek için denizin tarih ile buluştuğu Ceneviz Kalesi’nden daha güzel bir yer olabilir mi?


Akçakoca ilçesinin yaklaşık 3 kilometre batısında bulunan Ceneviz Kalesi; Helenistik, Roma ve Doğu Roma dönemlerinden yadigar izleri günümüze kadar taşıdığı için UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne adını yazdırmış olmasıyla dikkat çekiyor.



İki koy arasında bulunan bir falez üzerinde kurulan Ceneviz Kalesi’nin deniz ile bütünleşmiş manzarası aklıma, Kocaeli’nin Gebze ilçesinde, deniz kıyısında dik yamaçlı bir tepe üzerinde bulunan Eskihisar Kalesi’ni getiriyor. 


Tahminlere göre Eskihisar Kalesi, Bizans İmparatorluğu zamanında, buradaki limanı ve İzmit Körfezi’nin kıyı şeridini korumak amacıyla inşa edilmiştir. Bizans tarih yazıcılığının önde gelen isimlerinden Georgios Akropolite, 1241 tarihli belgelerde Eskihisar Kalesi’nden söz etmiştir. 11 Haziran 1329 tarihinde Osmanlı’nın Bizans’a karşı kesin zaferi ile sonuçlanan Palekanon Savaşı, Kocaeli yarımadasının Osmanlı yönetimine girmesini sağlamıştır. Bu tarihi olaya şahitlik yapmış olan Eskihisar Kalesi, dün olduğu gibi bugün de sapasağlam ayaktadır.



Geriye bir kule ve ona bağlı surların kaldığı Ceneviz Kalesi’ne bakınca keşke bu kale de sapasağlam ayakta durabilseydi diye düşünmeden edemiyorum. Ama her şeye rağmen güzelliğinden pek bir şey kaybetmeyen Ceneviz Kalesi, denize sıfır konumuyla insanı derinden etkileyen bir manzaraya bekçilik yapıyor. Seyir terasları, ziyaretçilerine bu manzaranın keyfini doyasıya çıkarma imkanı sağlarken kalenin avlusunda bulunan kafe ve mesire alanı ile asırlara meydan okuyan bu tarihi yapıyla adeta bütünleşmenize fırsat veriliyor. İç kalede bulunan su sarnıcı ise geçmişin sessiz tanığı olarak ziyaretçilerine kaledeki yaşam ile ilgili çok şey anlatıyor. Doğusunda ve batısında mavi bayraklı iki tane plaj bulunan Ceneviz Kalesi’nden merdivenler vasıtasıyla plajlara iniş yapılabildiğini de unutmadan hatırlatalım.


Tarih ve kültürün doğal güzelliklerle harmanlandığı bir yer, asırlara şahitlik yapmış bir mekan, seyrine doyulmaz bir manzara ve insanı özgürleştiren alabildiğine mavi bir deniz… Tüm bunların hepsini tek bir yerde bulmak ne kadar zor diye düşünürken Güneş, yavaş yavaş batıyor. Ben ise kızıla boyanan Ceneviz Kalesi’nden mavinin sonsuzluğunu hayranlıkla izlemeye devam ediyorum.


-SON-

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981