Hz. Peygamber’in Mekke döneminde ilk dersleri verdiği Erkam b. Ebü’l-Erkam’ın evi sonraki yıllarda da öğretim için bir müddet kullanılmıştır.
Mahreme b. Nevfel’in Mescid-i Nebevi yanında bulunan evine “dârülkurrâ” denilmesi ve “kurrâ” kelimesinin genel olarak Kur’an ve Sünnet’i bilen ilim ehlini ifade etmesi (Aynî, XX, 208), hicretten sonra da bazı evlerin birer mektep gibi kullanıldığını göstermektedir.
Daha sonraki dönemlerde bazı hadis âlimleri evlerinde oluşturdukları meclislerde hadis öğrenimini sürdürmüşlerdir.
(bk.DİA Dâr'ûl Hadis Maddesi)
Ecdadımız Yüce Dinimizin ilme verdi önemden dolayı mescitlerin etrafında
"dar-ül hadis"ler
"dâr'ûl kurra"lar oluşturarak insanların maneviyatının temelinde doğru ve sahih dini bilginin yerleşmesini, zihin ve gönül dünyalarının birlikte irşad ve imar olmasını temin etmişlerdir.
Gebze’deki Osmanlı mirası Çoban Mustafa Pasa Külliyesi de asırlarca insanımızı bu noktada ihya etmiş günümüzde de bu gayesine hizmet vermeye devam etmektedir.
Günümüzde bu önemli hizmetlerden biris ide Çoban Mustafa Paşa Vakfı’nın ilmi faaliyetlerinden olan "Kitap Okuma" halkaları kapsamında İmarethane "Has Oda" da zihin ve gönül dünyamıza katkı sunmaktadır.
Her gün farklı bir temel eserin okutulduğu Külliyede Pazartesi günleri de
Sevgili Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)'in
Hadis-i şeriflerini asırlarca cami ve medreselerde ders olarak okutulmuş olan
İmam Vevevi Rahimehullah'ın tasnif ettiği "Riyazussalihin" isimli eseri okunmaktadır.
Erkam yayınlarından çıkan ve Prof. Dr. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. Lütfi Çakan ve Prof. Dr. Raşit Küçük Hocalarımızın hazırlamış oldukları aynı zamanda
Din İşleri Yüksek Kurulunun tavsiye eserlerinden olan eser evlerimizde de rahat okuyabileceğimiz kolay bir üslup ve keyfiyette hazırlanmış.
Örnek olması açısından okuduğumuz Hadis-i Şeriflerden olan ve 1.ciltte gecen bir Hadis-i Şerifi istifadelerimize sunmak istiyorum.
ALLAH'A TAM GÜVEN (TEVEKKÜL) ve
TEREDDÜTSÜZ İMAN (YAKÎN)
Bölümünde;
Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“(Geçmiş) ümmetler bana gösterildi.
Peygamber gördüm, yanında üç-beş kişilik küçük bir grup vardı. Peygamber gördüm, yanında bir iki kişi bulunuyordu. Ve peygamber gördüm, yanında kimsecikler yoktu.
Bu arada önüme büyük bir kalabalık çıktı. Kendi ümmetim sandım. Bana ‘Bunlar Mûsâ’nın ümmetidir, sen ufka bak!’ dediler. Baktım; (çok) büyük bir karaltı. ‘İşte bunlar senin ümmetindir.
İçlerinden hesapsız-azabsız cennete girecek yetmiş bin kişi vardır’ dediler.”
(İbni Abbas diyor ki) Söz buraya gelince Peygamber aleyhisselâm kalkıp evine gitti. Oradaki sahâbîler bu hesapsız-azabsız cennete girecek yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında konuşmaya başladılar:
Kimileri, “Bunlar peygamberin sohbetinde bulunanlar olmalıdır” derken, kimileri, “Bunlar İslâm geldikten sonra doğup, şirki tanımamış olanlardır” dediler. Daha başka birçok görüş ileri sürenler oldu.
Onlar bu meseleyi tartışırken
Peygamber aleyhisselâm çıkageldi.
- “Ne hakkında konuşuyorsunuz?” diye sordu.
- Hesapsız-azabsız cennete gireceklerin kim oldukları hakkında konuşuyoruz, dediler.
Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Onlar büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve Rablerine güvenenlerdir” buyurdu.
Ukkâşe İbni Mihsan yerinden fırladı ve:
- Beni de onlardan kılması için Allah’a dua et (Yâ Resûlallah)! dedi.
Peygamber aleyhisselâm da:
- “Sen onlardansın!” buyurdu. Sonra bir başka kişi daha kalktı ve:
- Beni de onlardan kılması için dua buyur, dedi.
Peygamber aleyhisselâm bu defa:
- “Fırsatı değerlendirmekte Ukkâşe senden önce davrandı” buyurdu.
AÇIKLAMALAR
Peygamberlerin ümmetten yana nasipleri farklı farklıdır. Kimine bir-iki kişi iman ederken, kimine de sayılamayacak kadar insan iman etmektedir.
Ümmeti en çok olan Peygamber, Efendimiz’dir. Bu büyük ümmet içinde hesapsız-azapsız doğrudan cennete girecek bahtiyarlar, yetmiş bin kişidir. İşte bu müjdeli haber, duyulduğu anda, orada bulunan sahabilerin ilgisini çekmiş, Hz. Peygamber’in yanlarından ayrılmasını fırsat bilerek, bu bahtiyarların kimler olabileceğini araştırmaya, aralarında konuyu tartışmaya başlamışlar.
Konu yeterince tartışılıp zihinlerinde tam bir uyanıklık belirince Hz. Peygamber yanlarına çıkagelmiş ve onların tahminlerinin çok dışında ve ümmetin her neslini kucaklayan bir açıklamada bulunmuştur:
“Onlar, büyü yapmayanlar, yaptırmayanlar, uğursuzluğa inanmayanlar ve sadece Rablerine güvenenlerdir!”
Bazı ayet ve sureleri ve Hz. Peygamber’den nakledilen duaları okuyarak Allah’a sığınmak ve ondan şifa dilemek caiz ve meşrudur. Gayr-i meşru olan ise, birtakım tılsımlı ifadelerle hastalık ve şerlerden kurtulmayı düşlemektir. Bu hareket, Allah inancına ters düşer. Bu sebeple de Allah’a güvensizlik anlamına gelir.
Hadisin Müslim’deki bir rivayetinde, “vücutlarını (kızgın demirlerle) dağlamayanlar (döğme yapmayanlar) ve büyü (efsun) yaptırmayanlar...” ifadesi yer almaktadır. Gerek dağlama yoluyla yapılan döğmeler, gerekse büyü, kendini fenalıklardan korumak niyetiyle yapılır. Bu sebeple o işler Allah’a güveni sarsan anlayış ve uygulamalardır. Gerçek ve olgun mü’minin tavrı değildir. Hadiste “tetayyür” veya “teşe’üm” diye ifade buyurulan kuşların uçuşundan “uğursuzluk anlamı çıkarmak” ve ona göre davranmak da imanın nezâket ve kalitesine sığmamaktadır.
Bu tür saplantılardan yakasını kurtarmak ve “sadece Allah’a güvenmek”, sonuçta hesapsız ve azapsız cennete girmektir.
Bu tür bir yakîn ve tevekkül, daha dünyada iken sahibini asılsız kuşku ve korkuların azap ve stresinden kurtarır.
Bu, mü’minin olumsuz his ve anlayışlara karşı özgürlüğünü ilan etmesi, her şeyi Allah’ın irade ve takdirine havale etmesi demektir. Yani son derece yüksek bir seviyedir.
Bu hadisi, tıbbi tedavinin gereksizliğine delil saymak doğru değildir. Hz. Peygamber hem bizzat tedavi olmuş hem de hastalıklardan tedavi olmayı emir ve tavsiye buyurmuştur.
Burada söz konusu olan, Allah’ın kaza ve kaderinin önüne geçebileceği inancıyla bazı anlamsız davranışlara başvurulmamasıdır. Allah’a güveni zedeleyici tavırlardan uzak kalınmasıdır.
Konu ile doğrudan bir ilgisi olmamakla birlikte, Ukkâşe İbni Mihsan radıyallahu anh’ın uyanıklığına dikkat edilmelidir.
İstek ve temennide zamanlamayı bilmek, isteğine kavuşmak için birebirdir. Hz. Peygamber’in ikinci kişinin isteğine cevap vermeyip onu “Fırsatı Ukkâşe değerlendirdi” diye nazikçe reddetmesi, ardı arkası kesilmeyecek bir istek zincirine fırsat vermemek içindir.
Bu metot, eğitim ve öğretimde, fırsatların değerlendirilmesini öğretmekte pek güzel bir örnektir. Hatib Bağdâdî, bu ikinci zât’ın Sa’d İbni Ubâde radıyallahu anh olduğunu nakletmektedir. O takdirde bu nakil “Münâfıklardan olduğu için Hz. Peygamber o şahsa dua etmedi” şeklindeki yorumları geçersiz kılmaktadır. Şayet bu zât Sa’d İbni Ubâde değil de Sa’d İbni Umâre ise, bahis konusu yorum doğru olur ve rivayette, hadis usûlü terimiyle tashîf yapılmış sayılır.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1. Hz. Peygamber’in ümmeti, önceki peygamberlerin ümmetlerinden daha fazladır.
2. Hesapsız cennete girecek olan yetmiş bin kişi, Allah’a güveni tam olanlardır.
3. Büyü yapmak-yaptırmak, uğursuzluğa inanmak, tevekküle aykırı ve yasaktır.
4. Şer’î bir delil üzerinde münakaşa yapmak caizdir. Zira ashâb-ı kirâm bu yetmiş bin kişinin kimler olabileceğini aralarında tartışmışlardır.
5. Mü’mine uhrevi ve dini meselelerde gözü açık davranmak yaraşır.
6. Allah’a güven ve tam i’timat, insanı dünyada birtakım yersiz kuşku ve duygulardan, yanlış uygulamalardan, ahirette de sorgu-sualden ve azaptan kurtarır.