banner1083
 


“Adalet.” Yere göğe sığdıramayız bu kelimeyi. Adalet mülkün temelidir. Çok ihtiyaç duyulan yerlerde, duvarlarda yazılıdır. Müthiş bir duygudur, söz olarak herkes bu konuda kendi çapında on numara beş yıldızdır.

Herkese her mevsimde dört iklimde gerekli olduğu için hakkında en çok söz edilen bir kavramdır. Hedefi ve gayesi eşitliği sağlamak olan adalet, halkın gıdasıdır, adeta toplumun nefes borusu gibi bir şeydir. Onsuz nefes alınmaz. Onsuz doyulmaz, zira insanı ancak adaletle doyurabilirsiniz. Adalet hiç şüphesiz medeniyetin de ilk şartıdır. Yine Kur’an-ı Kerim “Allah, hak ve adaletle idare edenleri sever” diye bize bildiriyor.

Adaletten ne anlıyoruz?

Adalet deyince kısaca her hak sahibine hakkını eksiksiz verme anlaşılır.  Yani adaletten bahsediyorsanız hukuku herkese eşit uygulayacak ve herkese hakkı olanı vereceksiniz. Kuşku yok ki ahlâkı göz ardı eden bir hukukta adaleti gerçekleştiremez. Yani ahlâk olmazsa olmaz. Ahlâk ta Yaradan’dan bağımsız, sadece vicdanın oluşturacağı değerler değildir. Yaradan ile bağımlı olan ahlâk, sevgi ve merhameti de beraberinde getirir. Sevmeden, merhamet etmeden başkalarının hukuku tam olarak teslim edilemez. Bunun için “Ahlâk herkese hakkını verme kadar, aynı zamanda herkesin kendi hakkına razı olmasıdır.”

Herkesin hakkını vermek iki şekilde olur:

1-) Hukuki yaptırımla. Bu kısım işin hukuki ve dünyevi boyutudur.

2-) Hak yemekten korkmakla. Bu da işin ahlaki ve imanî boyutudur. (Çünkü, iman zaten ahlaki bir alandır.)

Bu ikisi bir yerde olmadan sağlanmaya çalışılan adalet, sevgiye ve merhamete değil, sadece ve sadece kanun korkusuna dayalı olacağından adeta bir ayağı topal bir adalettir.

O zaman sanırım şöyle de diyebiliriz: Adaletin bir ucu sevgi ve merhamet, diğer ucu ise korkudur.

Korku sadece kanuni yaptırım korkusu olursa bunun delinmesi her zaman mümkündür. Fakat ahirette Yaradan’a hesap verme korkusu da buna eklenirse kuşkusuz adaleti sağlamada bu daha etkili olur.

O halde adaleti gerçekleştirecek unsurlar, Kur’an-ı Kerim Hadîd Suresi’nde 25. Ayette sayılanlardan başkası değildir.

“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler…”  Kitap, mizan ve hadîd. Yani ahlâk, hukuk ve caydırıcı yaptırımlar.

Adalet, “hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek” manalarına gelir. Kavram olarak ise: İnsan-eşya ilişkilerini, insanların birbirleriyle olan münasebetlerini ve insanın devletle olan ilişkisini, Allah’ın indirdiği hükümlere göre düzenlemektir.

Adalet, Kur’an-ı Kerim’in en temel kavramlarından biridir. Nitekim adalet anlamına gelen Arapça “Adl” sözcüğü türevleriyle birlikte Kur’an-ı Kerim de 30’dan fazla yerde geçmektedir. Aynı şekilde denge ve orta yolu izleme anlamına gelen itidal sözü de “adl” sözünden türemedir. Ve öze indiğinizde adalet; “Allah’ın emrini, emrettiği şekilde yerine getirmektir.”

Adaletsizlik ise, yerli yerince hareket etmemek olup, Allah’ın emrinin zıddına bir davranış göstermektir ki bunun adı zulüm, haksızlık ve haddi aşma durumlarıdır.

Yüce Rabbimiz Kur’an’da, çok önemli olan adalet kavramına, yine şu ayette olduğu gibi vurgu yapmıştır:

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Mâide Suresi 8. Ayet)

İslam’da hangi vasıflara sahip kimselerin yönetici yapılacağı ise‚ “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisâ Suresi 58.) ayetiyle ortaya konulmuştur. Toplumu yönetme bir emanet olarak görülmüş ve bunun liyakat sahiplerine verilmesi istenmiştir.

Yine Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet gününde insanların Allah’a en sevgili olanı ve Allah’a en yakın bulunanı adil devlet başkanıdır.”

Adil devlet başkanı deyince, şimdi daha dün gibi hatırlıyorum.

5 sınıfın bir arada okuduğu, sekiz kişilik toplam öğrenci mevcudu olan Bilecik İli Söğüt İlçesi İnhisar Bucağına bağlı Muratça Köyü’müzde ilkokulda okurken tarih kitabında bir resim görmüştüm. Muhteşem ve düşündürücü, hayal ettiren bir tablo idi.

Büyük bir gemi bir kara parçasının üstündeydi. Nasıl olurdu? Gemi, denizde veya herhangi bir su kütlesi üzerinde olması gerekmez miydi?

Olacak şey değil! Gemi bir dağın tepesine doğru bir sürü insanlar ve hayvanlar tarafından çekiliyordu. Altında yağlı kızaklar, çekilen halatlar, zorlanan hayvanlar ve insanlar.

Hem saf saf bakıyor hem de geminin dağın üstünde yürütülmesine anlam veremiyordum. Yine resimde başka bir ayrıntı daha vardı. Beyaz bir at üstünde heybetli mi heybetli, keskin kararlı bakışlı, kendinden emin birisi vardı.

Herhalde bu bir komutan veya liderdi. Bu kitap üzerindeki resim bende büyük bir merak uyandırdı.

Akşam evimizde fitili yanan gaz yağı lambamızın bize verdiği ışık kadarı ile ağabeyimin bu kitabını daha yakından incelemeye başladım. Daha fazlasını öğrenmeliydim. Başka bir kaynak ta yoktu köyde, ondan sonrası hayal edilebilir veya öğretmene sorulabilirdi.

Ben de sormayı, sorgulamayı seçtim. Öğretmenim onu bana anlattıkça, ben dinledikçe sanki zihnim o zamanı kurguluyordu.

Onun kişiliğine ve o dönemde yaptığı her şeye hayran olmamak ona kapılmamak elde değildi. O, Osmanlı İmparatorluğu’nun 7.Padişahı II. Mehmet’ti. 7 sayısı zaten gizemli idi ve onunla daha bir önem kazanmıştı. Siyasi ve askeri dehasının yanında elbette ileri görüşlülüğü, cesareti ve İslam’a hizmet idealizmi ile bir cihan padişahı idi.

Allah sevgilisi peygamberimizin müjdelediği fetih ve o müjdeye nail olan, bir çağı kapatıp yeni bir çağı başlatan Fatihler Fatihi padişah… Fatih Sultan Mehmet Han!

Fatih Sultan Mehmet Han deyince; onun atını denize sürmesi, Rönesans’ı başlatan çağ açıcılığı, şahi topları, gemileri karadan yürütmesi ve İstanbul’un fethiyle tarihe damgasını vurması ilk akla gelen şeyler elbette.

Ancak Fatih’in kişiliği, ilkeleri bugünde herkese örnek olacak nitelikteydi.

Onun İslam’a hizmet idealizmi, hukuka verdiği önem, ilim ve sanat alanında ortaya koyduğu serbest ve saygılı tavrı ve de devlet politikasında uyguladığı dahiyane siyaseti, benzersizdi.

Onun bu niteliklerinin yanında, büyük bir cihan padişahı olan Fatih Sultan Mehmed Han'ın adalet karşısında nasıl saygılı olduğunu, adalet anlayışını öğrenince gerçekten şaşkına döndüm. Neden beni bu kadar etkilediğini, o dönemde yaşanan, hayret verici, çarpıcı bir olayı şimdi sizlerle paylaşınca sizde kuşkusuz çok iyi anlayacaksınız:

Sultan Fatih bir cami yaptırıyordu. Bu caminin mimarı işinin ehli olan İpsilanti adındaki bir Rum'du. Mabet yapılırken kullanılacak mermer sütunları konusunda bu Rum mimar ile Sultan Fatih arasında bir anlaşmazlık çıktı.

Rum mimar, bu sütunları yaparken mimariye uygun olması gerekçesi ile Fatih'in dediği şekilde değil de kendi düşüncesi doğrultusunda yaptı. Bunu gören Fatih öfkelendi. Rum mimarın, caminin estetiğini bozmak için böyle yaptığını düşünerek onun elini kestirdi. Eli kesilen Rum, Sultan Fatih'ten davacı olmak için Kadı Hızır Çelebi'ye giderek müracaatta bulundu. Hızır Çelebi, Rum mimarı dinledikten sonra bilirkişi heyetinden bu meseleyi araştırmalarını istedi. Araştırma ve inceleme sonucunda tespit edildi ki: Rum Mimar, caminin estetiği bozulsun da kötü gözüksün diye değil, gerçekten de mimariye uygun olsun diye öyle inşa etmiş.

Olayın incelemesini tamamlayan kadı Hızır Çelebi, padişahı çağırır.  İstanbul ile birlikte nice ülkeleri ve krallıkları fetheden, çağ açıp çağ kapayan Padişah Fatih Sultan Mehmet çağrı üzerine mahkemeye gelir. Oturmak üzereyken kadı Hızır Çelebi müdahale ederek “Hasmınla yüzleştirileceksin, ayağa kalk!” der. Padişah ayağa kalkar ve İpsilanti Efendi ile yüzleştirilir. İpsilanti Efendi şikayetçidir. Padişahta onun elini kestirdiğini kabul etmektedir. Şahitlerde dinlendikten sonra kadı Hızır Çelebi kararı açıklar. “Mimarın elini kestirenin eli kesilecektir. Kısasa kısas yapılacaktır.”

Rum mimar kararı duyunca şaşkınlıktan neredeyse dilini yutacak, yoksa bu bir rüya mıydı? Kendisi gibi sıradan bir mimar, gayrimüslim olmasıyla beraber, İslam memleketinde, Müslümanların padişahı karşısında haklı bulunarak mahkeme kararı lehinde çıkıyordu. Peki, bu karara acaba Padişah ne diyecekti? Kendisi ile beraber kadı da gümbürtüye mi gidecekti yoksa?

Fatih büyük bir teslimiyette hükme razı oldu ve "şeriatın kestiği parmak acımaz" diyerek cezaya boyun eğdi.

Bu arada Fatih, kadıya dönüp kılıcını göstererek şöyle dedi:

Ey kadı! Şayet ben padişahım diye korkup haksız olduğum halde lehime hüküm verseydin, vallahi şu kılıçla başını uçururdum!

Kadı Hızır Çelebi'de hemen yanı başındaki asılı olan topuzu göstererek:

Sultanım! Şayet sende Padişahlığını öne sürüp bu İslam mahkemesine saygısızlık etseydin, kararı dinlemeseydin, billahi şu topuzla müdahale edecektim!

Dinleyenler dehşetten ve hayretten dona kalırlar. Padişah boyun bükmüş, hükme rıza göstermiştir. Durum o kadar alışılmışın dışındadır ki, İpsilanti Efendi’nin eli ayağı titremeye başlar. Aklı başına gelir gibi olunca kendisini padişahın ayaklarına atar ve yere diz çökmüş ağlayarak, “Ben davamdan vazgeçtim. Bu adalet karşısında bende Müslüman oluyorum. Padişahın eli kesilmesin.” der. Bunun üzerine karar değiştirilir. Padişah Sultan Mehmet, İpsilanti’ye iyi bir ev verecek, ailesinin geçimini üstlenecek ve masrafları kesesinden ödeyecektir.

Evet, çok değerli okurlarım. Din, mezhep ve ırk bakımından birbirinden çok farklı olan milletleri, uzun bir süre barış ve huzur içerisinde yaşatan Osmanlı Devleti, bu başarısını adaletli bir yönetim anlayışı ile sağlamıştır. Osmanlı Devleti fethettiği coğrafyadaki milletlerin kültürlerine, örf, adet, din ve inançlarına müdahale etmemiş, onların eski yaşamlarına devam etmelerine izin vermiştir. Bunun için birçok Osmanlı padişahı fermanlar yayınlayıp kanunnameler çıkararak bu halkların hukuklarını korumuştur.

Bilirkişi heyetinin tarafsız tespitinden, hâkimlerinin adaletine, sultanlarının hükme rızasına kadar her hareketleri devleti güçlendirmiştir. Osmanlı Devleti, kılıç ve kalemin gölgesinde yükseldikçe yükselmiş, üç kıtada at koşturmuş, Allah’ın adını, İslâm dinini şanına uygun yüceltip yaymak için çaba sarf etmişti.

Atalarımızdan adalet ve devlet yönetimi adına öğreneceğimiz çok şey var. Bakın, adaletin devlet için önemini öyle güzel bir sözle anlatmış ki bizlere. Şimdi be de bu yazımı Cihan Hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’in sözleriyle bitirmek istiyorum:

“Aklı öldürürsen, ahlâk da ölür. Akıl ve ahlâk öldüğünde millet bölünür. Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.”

Nedret Demir/Yazar


banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981