Hareketli bir yılın son günleri. Farklı farklı sorunlarla iki bin yirmi dört yılını geride bırakacağız. Dünya bir yıl daha yaşlanacak içindeki güzelliklerini yok eden insanlarla beraber. Bitmeyen kaoslar ve katliam dönüşen hırslar. Bir türlü yetmeyen dünya malı. Tatmin olmayan insan nefsi. Birbirine güç gösterisi yapan liderler ülkeler anlatılacak daha neler var neler.
Yeni yılda daha umutlu, sağlıklı ve mutlu olmamız için dua ediyorum. Artık aklımızı başımıza alıp özgüvenimizi tekrar kazanmalıyız. Bizi, geçmişimizi karalamak isteyen tüm zihniyetler karşısında tekrar eski halimize dönmemiz gerek. O zaman bir şeyler çok daha hızlı değişecek göreceksiniz. Oyunun içinde değil oyunu kuran olacağız. Bizde bu kabiliyette var irade de, yeter ki beslenmemiz gereken kaynaklara sahip çıkalım.
Durmadan bir hareketlilik yaşanıyor dünyada özellikle son zamanlar bir başka. Eski düzenler değişiyor, güçlü daha güçlü olmak için var gücü ile çaba harcıyor zayıf zaten kimsenin haber olmadan yok oluyor. Bizler sahip olduğumuz konforu koruma derdindeyken temel değerlerimiz bağıra bağıra elden gidiyor. Modernlik diyor, çocuklarımızı geleceğimizi ateşe atıyoruz. İnançsa inanç, kültürse kültür tarihimizde de içimizde de şahlanmayı bekleyen küheylan gibi bekliyor.
İtalya Vatikan’da gezerken bir an gözüme küçücük kızlar takılmıştı on beş yirmi kişi kadar. Küçük rahibeler siyah elbiseleri beyaz yakaları ile ufak adımlarla kiliseye gidiyorlardı. Yanlarında baş rahibeleri gururlu, onurlu ve özgürce geçiyorlardı caddelerden. Çocukların yalnız yüzleri gözüküyordu. İlginç olanı, orada olan hiç kimse onlara aşağılayıcı gözle bakmıyordu. Tam tersine şefkatli bakışları ile onlara güç veriyordu. Yobaz diyen de yoktu. Seni bu şekilde devlet dairelerine almam diyen de. Acaba onların gözüne o siyah elbise hangi renk gözüküyordu ki tepki vermeyip hoşlarına gidiyordu. Hepsi Haç işaretli kolyelerini boyunlarına takmış, imameleri hac olan tesbih de baş rahibenin elinde sallanıyordu. Acaba din coğrafyalarda başka mı algılanıyordu?
Bizim bilinçsiz batılılaşma çabası içinde olan bu ülkenin dindarına hayat şansı vermeyenler bile yurtdışında ya da konuşurken kendi aralarında ne diyorlardı: “Onlar ne güzel dinlerini yaşıyorlar bravo.” Ona bravo diyen kendi ülkesinde dinini yaşamak isteyeni engelliyordu.
Tel Aviv’e gitmek için uçağa bindiğimde evli ve yanında üç tane çocuğu olan Yahudi bir aile ellerindeki Tevrat’tan okumalar yapıyorlardı. Kadın komple kapalıydı, saçının tek teli gözükmüyordu. Kocası sakallı ve yanlarında perçinleri omuzlarına kadar kıvrım kıvrım sarkmış ve parlamasından yağlı olduğu anlaşılıyordu. Adam ve erkek çocukları geleneksel siyah takım elbiselerini ve ayakkabılarını giymiş, bellerine kuşaklarını takmışlardı. Acayip bir özgüvenleri vardı, yeryüzünde adımlarını atarken. Ve ben dönüşte Filistin’e gittiğim için kırk beş dakika sorgulanmıştım.
Ne şaşkınlık verici tüm dindar Hristiyanlar ve dindar Yahudilere saygı duyan İslam düşmanları onların kılık kıyafet ve tercihlerine saygı duyup hayran olurken bizim dindarımıza düşman oluyorlar. Acaba onlar hangi dinden sayılıyorlar?
İşin özü Müslümanlarda da, Yahudilerde de, Hristiyanlarda da dinini yaşamak isteyen kadınlar kapalı, erkekler sakallı. Adil olacak insan kalacaksanız tümüne tepki verin. Yoksa ikiyüzlülük riyakârlık yapmayın. Ateistlerin bile düşman olduğu yalnızca İslam dini. Bir çelişki var bu işte. İnşallah kafası karışık olanlar bu sorunlarını çözer. Bize yola devam etmek düşer. Ömür yolumuz kısalıyor. Lakin çok var yapılacak işler. Ne tavsiye etmiş Rabbim: “Senin dinin sana benim dinim bana”. O yüzden benim dinime karışma. Bizim karışmadığımız gibi sana.