Çok kıymetli okurlarım. Bugün “Günah” hakkında etkileşeceğiz.
Çok kullanırız değil mi bu sözü ve dahi onunla ilgili deyimleri.
Neydi benim günahım? Günahım var, günah işledim, günaha girdim, günaha girme, günahı boynuna, günaha sokma, günahını vermez, günahını alma, günah keçisi vb.
Atasözlerimiz de var.
“Günah benden gitsin.”
“Malına sahip ol da hırsızı günaha sokma.”
Nedir günah?
Günah, “ilahî emir ve yasaklara aykırı tutum ve davranışlar” anlamına gelir.
Kendinizi çek edin, Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı tutum ve davranışınız var mı?
Bu tanıma bakınca günahkâr mısınız?
Yani sizin de günahınız var mı? Yoksa sütten çıkmış ak kaşık gibi misiniz?
“Benim günahım yok” demeyin peşinen.
Çünkü, günahtan korunmuşluk anlamına gelen “İsmet sıfatı” sadece peygamberlere aittir. Ve bunun için peygamberler dışında günah işlemekten korunmuş kimse yoktur.
Yani hiç kimse masum değil.
Hadisi Şerif’e göre de; “Bütün âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.”
İsterseniz bu konuda Kur’an-ı Kerim’den birkaç ayete bakmamız bize nasihat olarak yeter diye düşünüyorum.
Dinimize göre, herkes kendi günahından sorumludur. “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez." (En’âm Suresi 164.ayet Necm Suresi 38-39.ayetler bu hususu ifade etmekte ve işlenen günahtan ancak onu işleyenin sorumlu tutulacağını belirtmektedir.)
“Günahın açığını da bırakın, gizlisini de. Çünkü günah kazananlar yaptıkları karşılığında cezalandırılacaklardır.” (En'âm Suresi 120. Ayet)
Bu kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O’ndan başka ilâh yoktur. Dönüş ancak O’nadır. (Mü'min Suresi 2-3. Ayet)
“Allah’ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara ansızın o saat (kıyamet) gelip çatınca, bütün günahlarını sırtlarına yüklenerek, “Hayatta yaptığımız kusurlardan ötürü vay hâlimize!” diyecekler. Dikkat edin, yüklendikleri günah yükü ne kötüdür.” (En'âm Suresi 31. Ayet)
Evet, hepimiz günahkârız ama az ama çok, kendi çapımızda.
Hepimiz doğuştan gayet temiz ve güzel yaratıldık. Peygamber Efendimiz, insan kalbinin fıtraten ayna gibi beyaz yaratılmış olduğunu bildiriyor. Ancak insan, bu kalbin içine şüphe, vesvese, fitne, fesat, kin, intikam ve haset gibi zulüm verici hisler doldurursa karartır ki, o insan korkunç bir hastalığa tutulmuştur.
Bu hastalıktan kurtulamazsa Allah korusun durum vahimdir. Bu hastalıktan kurtulmanın çaresi de tövbe ve istiğfar etmek, ayrıca kalbinden kötü niyet ve hisleri atarak, pişmanlık gözyaşları dökmektir.
İnsan günah kirlerinden temizlenmek için tövbe ve istiğfara devam etmelidir.
İnsan için en büyük tehlike şu ki "Ben şu kadar hayırlar, iyilikler yaptım; artık Cennet'i kazandım" gibi inanç ve düşünceye kapılıp kendini güvende hissetmek veya: "Ben bu kadar günahlar işledim, Cehennemi boyladım. Bana kurtuluş yoktur" gibi bir ümitsizlik içinde olmaktır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.): "Mümin, korku ile ümit arasında olacaktır" buyuruyor. Mümin, Allah’ın rahmetinden dolayı ümit mevkiinde, kendi noksanından dolayı da korku mevkiinde olacak.
Öyle ki, Cennete bir kişi girecek deseler, "Acaba ben miyim?", Cehenneme bir kişi atılacak deseler, "Acaba ben miyim?" diyecektir.
Bizim yapmamız gereken günahlardan uzak durmak, günah işlememeye çalışmak, günah hastalığından kaçınmak ve Allah’a çokça tövbe istiğfar etmektir.
Şimdi burada “günah hastalığı” deyince Bayezid-i Bestamî Hazretleri aklıma geldi.
Anadolu erenlerinden olan Bayezıd-i Bestami Hazretleri 800'lü yıllarda Horasan yakınlarında Bistam şehrinde doğmuş olup hayatının büyük bir bölümünü Kırıkhan İlçesine bağlı Alaybeyli Köyünde bulunan Darb-ı Sak Kalesi üzerindeki Çilehanede geçirmiştir.
Onun şu günah hastalığı ile ilgili hikâyesi çok bilinir. Zamanı geldi paylaşalım.
Bir gün tımarhanenin önünden geçiyor. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla bir şeyler dövdüğünü görüyor:
– Ne yapıyorsun? Hizmetçi:
– Burası tımarhanedir. Delilere ilaç yapıyorum.
– Benim hastalığıma da bir ilaç tavsiye eder misin?
– Hastalığını söyle.
– Benim hastalığım günah hastalığı... Çok günah işliyorum.
– Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilere ilaç hazırlıyorum.
Parmaklığının arasından konuşulanları duyan bir deli(!) Bayezid-i Bestamî hazretlerine:
– Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim, diye seslendi.
Bayezid-i Bestamî hazretleri, delinin yanına sokularak:
– Söyle bakalım, benim derdime çare nedir? dedi. Deli(!) şu ilacı tavsiye etti:
"Tövbe kökünü istiğfar yaprağıyla karıştırıp gönül havanına koyduktan sonra tevhid tokmağıyla döveceksin, insaf eleğinden eledikten sonra gözyaşı ile hamur edip aşk ateşinde pişireceksin, muhabbet balından da birazcık karıştırıp sabah akşam kanaat kaşığı ile azar azar yiyeceksin."
O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz, dedi.
Bu güzel ilâcı öğrenen Bayezid hazretleri:
– Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmişler, deyip oradan ayrıldı.
Bu ilaç, halen günah hastası olanlara tavsiye olunmaya değer bir ilaçtır. Yani bu formülün hükmü hâlâ devam etmektedir.
Her şeyin ilacı var. Her derdin çaresi vardır. Allah çaresiz dert yaratmamıştır. Yaşamak ve mal sahibi olabilmek gibi dünya nimetlerinin hepsi için sebepler yaratmıştır. Sebebine yapışmayan, bu nimetlerden elbette mahrum kalır.
Sebebe yapışın, ilaçsız kalmayın değerli okurlarım.