Gününüz aydın, ocağınız esen, haneniz bereketli olsun çok değerli okurlarım. Bugün “Dava” konusunda etkileşeceğiz.
Davamız var!
Dava, bir hakkın, mahkeme yoluyla talep edilmesi, onun vasıtasıyla kullanılmasıdır değil mi? Elbette.
Her vatandaş hakkına yönelen bir tehlikeyi önlemek yahut zararı bertaraf etmek yahut hakkını elde etmek adına dava açma hakkına sahiptir. Hepimizin toplumsal yaşamda karşılaşabileceğimiz durumdur. Hepimiz, bir konuda hakkımızı korumak için davacı olabiliriz.
Davaya bakan karar vericinin ise; adaleti yerine getirecek, hakkı koruyacak, vicdanı da yaralamayacak bir karar vermesi beklenir.
Hele hele böyle bir davaya bakanın hem peygamber hem de sultan vasfı olsa ne beklenir siz düşünün.
Evet, burada bu özellikleri taşıyan Davud (A.S)’dan bahsetmek istiyorum. Kendisine öğüt, dua ve münacatlardan ibaret kutsal kitap olan Zebur verilmişti.
Sadece kitap mı? Bakın Sâd Suresi 30.Ayette Yüce Allah ne buyuruyor:
“Biz Davud’a Süleyman’ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi.”
Ne kadar güzel bir ayet bu. Yani peygamberine ne kadar güzel bir evlat vermiş ve o ne kadar güzel bir kul, o kadar güzel ki daima Allah’a yönelen bir kul.
Allah Teâlâ Hz. Davud’a ve Hz. Süleyman’a ilim vermiş, kuşların lisanını öğretmiş ve her şeyden nasipler lütfetmişti. İnsan, cin, hayvanat ve rüzgârı da Süleyman’ın emrine vermişti.
Allah bu övdüğü güzel kuluna, kendine yönelen kuluna neler lütfetmiş değil mi?
Enbiyâ Suresi 81. Ayette; “Süleyman’ın hizmetine de güçlü esen rüzgârı verdik. Rüzgâr, onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere eser giderdi. Biz, her şeyi hakkıyla bileniz.” buyuruyor. İşte böyle değerli okurlarım.
Onda ne hikmetler ne özellikler var. Allah’a yönelmiş iyi kul nasıl olur bir bakalım. Şu davaya bir bakalım. Dedik ya davamız var diye. Bakalım bir dava nasıl görülür nasıl çözülür! Bunu bize iki cihan güneşi Peygamberimiz nasıl aktarmış:
Peygamber Efendimiz (S.A.V.); “Allah razı olsun Süleyman Kardeşimden, ona çok büyük hikmet verilmişti” diye anlatıyor ve sahabe can kulağı ile dinliyordu:
İki tane yetimi olan yaşlı kadın birkaç gün çalışmasından sonra alabildiği buğdayı değirmende öğütmüş olduğu un çuvalını sırtlamış evine doğru gidiyordu. Fakat yolda giderken bir rüzgâr bir fırtına sırtındaki un çuvalını savurup uçurup aldı götürdü.
Çaresiz mahzun şekilde yetimlerine eli boş yiyeceksiz gitmek istemeyen kadın yolda ağlayarak gidiyordu.
Henüz daha 10 yaşında olan Süleyman Aleyhisselam’da o esnada, kapının önünde duruyordu. Yaşlı kadının ağlayarak geldiğini görünce, bunu gören Süleyman onun halini görünce üzüldü, yanına gitti. “Hayırdır ana ne derdin var?” Ben Davud’un oğlu Süleyman’ım, bana anlat derdini dedi.
Kadın: “Anlatsam ne olur? Sen çocuksun, Davud’un oğlu olsan ne olacak?” dedi.
Süleyman: “Öyle deme ana, sen anlat bana” dedi.
Kadın: “Yavrum, zaten açlıktan canım çıkmış, biz fakiriz, çoluk çocuğum perişan, çalıştığım parayla aldığım buğdayı değirmende öğüttüm, bu un çuvalını sırtladım eve doğru gidiyordum, aniden bir fırtına çıktı, onu rüzgâr aldı uçurdu gitti. Çocuklarım aç, başka yiyeceğimiz de yok. Onun için mahzunum, çocuklarıma ağlıyorum...” dedi.
Bunu duyan Süleyman:
“İçeri gir, Babam Davud’un (A.S.) yanına git söyle, “Rüzgâr benim çuval ile unumu aldı; ben unumu isterim!” de ve bu şekilde dava et!” dedi.
Kadın: “Hiç rüzgâr dava edilir mi?” dedi.
Süleyman: “Sen gir dava et ana” dedi.
Bunun üzerine yaşlı kadın içeri girdi ve başından geçeni anlattı ve “Ben rüzgârı dava etmeye geldim” dedi.
Bu sözlerin üzerine Davud A.S.: “Hiç rüzgâr dava edilir mi? Verin bu kadına bir çuval un” diye hükmetti. Bunun üzerine kadına bir çuval ununu verdiler. Ve kadın bir çuval una kavuşmanın verdiği sevinçle dışarı çıktı.
Onu gören Süleyman, ne olduğunu sordu: Kadın kendisine bir çuval un verildiğini söyleyince dedi ki:
“Senin davana bakmamış, sana sadaka vermiş, gir içeri davana devam et” dedi.
Bunun üzerine kadın tekrar içeri girdi ve dava etti. Davud Aleyhisselam, iki çuval un verdi. Kadın bunu alıp dışarı çıktığı zaman, Süleyman Aleyhisselam sordu:
“Davan nasıl oldu?”
Kadın sevinerek teşekkür etti ve şöyle dedi:
“Bana, iki çuval un verdi...”
Tekrar Süleyman Aleyhisselam, şöyle dedi:
“Yine içeri gir, bu unu kabul etme; davanı devam ettir!”
Kadın tekrar içeriye girdi, onu tekrar huzurunda gören Davud A.S. “Yine neden geldin?” diyerek kızdı.
“Ey hatun, sen buraya giriyorsun, içeride unu kabul ediyorsun, sonra dışarı çıkınca, geri gelip dava açıyorsun, dışarıda sana kim öğretiyor?”, dışarıda ne oluyor tekrar buraya dönüyorsun, kim sana akıl veriyor?” dedi.
“Oğlun, Süleyman öğretiyor...” dedi kadın.
Bunun üzerine Davud Aleyhisselam hemen dışarı çıkıp, Süleyman’a çıkıştı:
“Ey oğul! neden bu kadını tahrik ediyorsun; ununu alıp giderken geri çeviriyorsun?”
Süleyman Aleyhisselam, şöyle dedi:
“Bu hatun, huzurunuzda rüzgârdan davacı olduğu zaman, size düşen, onun davasına bakmaktır, siz, bunu dinlemiyor, sadaka veriyorsunuz!”
Davud Aleyhisselam, şöyle dedi:
“Oğlum, rüzgârla dava olur mu?”
Süleyman Aleyhisselam, babasına şöyle dedi:
“Rüzgâr onu, kendiliğinden götürmeye güçlü değildir. Sonsuz olan tek Allah’ın emri iledir. Rüzgârı ortaya çıkarıp, açığa vurup, neden kadının davasını görmezsin?”
“Siz, yalnız padişah değilsiniz ki, bu durumu ortaya açığa çıkarmaya gücünüz yetmesin? Âlemlerin Rabbi şanı büyük Allah, size hem padişahlık hem de peygamberlik ihsan eyledi. Şimdi, ibadethanenize girin, Kadir, Kayyum olan Yüce Hakk’a yalvarın ve yakarın, bu kadının davası için, rüzgârın açığa vurulmasını niyaz edin. Onun ortaya çıkmasının buyurulduğu zaman, davayı görün...”
Bacakları titredi Davud Aleyhisselam’ın.
Baktı ki bu ilahi bir hikmete benziyor, ibadethanesine çekildi ağladı, yalvarma yakarma ve muhtaçlıkla secdeye kapandı.
Bir süre sonra gördü ki, insan şekline giren bir melek geldi ve bu melek, kendisine şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Peygamberi! O kadının davası için ben gönderildim. Rüzgâra vekil tayin edildim. O kadının çuval ile ununu, kendi görüşümle aldırdım.
Şundan ki, denizde bir gemi vardı. İçi tüccar dolu idi. Ticaret eşyaları da yanlarında idi. O gemi, denizde bulunan bir kayaya çarpıp delindi. Hiçbir yoldan, o deliği kapamaya güçleri yetmedi. Yakında öleceklerini anlayınca, istekleri yerine getiren, darda kalmışların duasını kabul buyuran, sonu olmayan Kadir Allah’a niyaz eylediler, “Ya Rabbi! sen bizi burada boğulmaktan kurtar, kurtulmayı ihsan eyle. Eğer kurtulmayı ihsan edersen, bu gemide olan rızkımızın yarısını adağımız olsun, fakirlere verelim!” şeklinde bir dua edip, adak adadılar.
Yüce Hakk, onların bu duasını kabul buyurup bana, “Bu kadının çuvalını al, o deliğe tıka!” emrini verdi. Ben bu Rabbani emir üzerine, alıp oraya tıkadım. Gemi, selâmetle çıkıp geldi. Ancak, sahile henüz yanaşamadı.
Allah’ın emri şudur: O gemide olan tüccarları getirtesin, bu hallerini onlara sorasın, bunu gizlemeyip açıkladıkları takdirde, adakları olan malı, onun sahipleri olan yetimlere versinler...”
Bunun üzerine Davud Aleyhisselam, adamlarını gönderdi. O gemideki tüccarları huzuruna getirtti.
Anlatın hikâyenizi dedi, başladılar anlatmaya: “Biz Antakya ahalisindeniz. Tüccarız. Malı yükledik, Mısıra gitmek üzere yola çıktık, Rüzgâra kapıldık, kayalıklara vurduk, delindi nerdeyse batacaktık. Hepimiz secdeye kapandık, Allah’a bizi bu beladan kurtarırsan malımızın yarısını sadaka vereceğiz diye yalvarıyorduk. O esnada görmediğimiz yerden bir çuval un rüzgârla uçup geldi, ıslanıp hamur oldu, o deliği kapattı.
Bunun üzerine Davud Aleyhisselam, şöyle dedi:
“O çuval ile un, bu kadının iki yetiminindir. Onlar, çokça muhtaçtır. Yüce Hakk, onların çuvalı ile size kurtuluş ihsan eyledi ve size, “Siz de adak ettiğiniz o malı, bu yetimlere veresiniz!” buyurdu...”
Onun böyle demesi üzerine, tüm tüccarlar, “Can baş üstüne!” dediler.
Bunun üzerine Davud A.S. kadını çağırttı ve kendisine: “Senin davan görüldü” dedi. Tüccarlar, mallarının yarısını vermek sureti ile o yetimleri ihtiyaçtan kurtarıp, çok mala nail eylediler.
O yetimler dahi, “buna sebep oldun...” diyerek, Süleyman Aleyhisselam’ı, çokça övdüler.
Evet çok değerli okurlarım, demek ki rüzgâr da hesaba çekilebiliyormuş.
Kaçış yok, her kişi yaptığı işler üzerine açıklama ve savunma yapmaya çağrılacak bir gün. Hesap günü yakın.
Rüzgârın hesaba çekileceği gibi bizimde hesaba çekileceğimizden kimsenin şüphesi olmasın.
Enbiyâ Suresi 1. Ayette Allah bize ne bildiriyor.
“İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Halbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler.”
Hesabınız kolay olsun.