Çok değerli okurlarım, merhaba.
Tarih boyunca süreklilik ve değişim gösteren “takvim”; zamanı gün, ay, yıl gibi dönemlere bölme ve bu zaman dilimlerini bir düzen içinde sıralama yöntemidir. Bu da insanların zamanı bilme, olayları sıralama, yaşantılarını düzenleme, zamandan yararlanma gibi merak ve uğraşları sonucunda ortaya çıkmıştır.
Takvimde süreler, Güneş ve Ay döngüsü gibi bazı astronomik olayların çevrimi ile eşitlendiği gibi hasat zamanı, suların yükselmesi ve çekilmesi gibi doğal olaylar üzerinden de belirlenebilir. Birçok uygarlık ve toplum kendi özel ihtiyaçlarına uygun modelli takvimler geliştirmiştir.
Dünyada en çok Miladi ve Hicri takvimler kullanılır. Miladî Takvim, İsa'nın doğumunu (0) başlangıç olarak alır ve Güneş'e göre hazırlanmıştır. Hicrî takvim ise İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.)' in Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç olarak alır (M.S. 622) ve Ay'a göre hazırlanmıştır.
Tarih ve zaman dünyanın farklı bölgelerinde, farklı şekillerde algılanmaya ve ilerlemeye devam ediyor. Bu nedenle farklı takvimleri bir arada kullanan birçok ülke var. Her ülke miladi takvimi kullanmıyor; dolayısıyla şu an bütün ülkeler 2025 yılında değil.
Dünyanın dört bir yanında insanlar farklı takvimlere göre yaşıyor. Günümüzde dünyada kırktan çok takvim kullanılıyor. 
Bu nedenle örneğin, dünya üzerindeki çok ülke bu sene 2025 yılına girerken, Etiyopya henüz daha 2017 yılında. Etiyopya'nın geriden gelme sebepleri kullandıkları takvimleri. Eski İskenderiye takvimine dayanan Etiyopya takvimi miladi takvimden 8 yıl geride. Üstelik yılda 13 ay olduğu kabul ediliyor. Bu takvimde ilk 12 ay 30 gün; ama 13. ay 5 veya 6 gün sürüyor. Günler ise gece yarısında değil, gün doğumunda başlıyor.
Yine bir başka ülke, Tayland. Tayland şu anda 2568 yılında. Onlarda hızlı gidiyorlar. Çünkü Buda’nın Ay takvimini kullanıyor. Buda takviminin başlangıç noktası, Buda’nın nirvanaya ulaştığı an olarak kabul ediliyor. Ülkede kullanılan tarih sisteminde mevcut yıl, miladi takvimin 543 yıl ilerisinde yer alıyor. Dolayısıyla bizler 2025 yılına girerken Tayland 2568 yılına merhaba dedi. 
İleride olanlar gibi geride olanlar da var elbette. Bangladeş ve Hindistan’ın Bengal bölgesinde yaşayan yerel halk, bu sene 1432 yılına girecek. Bengal Güneş Takvimi’ni kullanan bu topluluklar, miladi takvimi 600 yıl geriden takip ediyor.
Bir başka örnek, Hicri takvimi kullananlar şu anda 1446 yılındalar. İran ve Afganistan resmi olarak bu takvimi kullanıyor. Yine birçok İslam ülkesi Hz. Muhammed (S.A.V.)' in Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç olarak alan bu Hicri Takvimi kullanıyor.
Daha başka neler var?  Nepal’ e bakalım. Nepal de bu sene 2082 yılına girdi. Toplumun sınıflara ayrıldığı Nepal’de, değişik grupların kültür ve gelenek farklılıklarından dolayı 7 farklı takvim kullanılıyor. Ancak halkın büyük kısmı geleneksel ay takvimi Birkim Sambat’ı tercih ediyor. Bu takvime göre Nepalliler miladi takvimi kullanan ülkelere göre 56 yıl 8 ay ileride.
Ve daha farklı ülkelerde nice değişik olanları var.

Takvimler değişiyor, yıllar geçiyor istesek de istemesek de.
Biz miladi takvimle “Hoş geldin 2025” diyoruz.
Bir yıl daha geldi, okuması yazması kolay ve çeyrek asrı ifade eden bir sayı ile bizimle. Nasılda da çabucak bu asırdan da yemişiz tüketmişiz elimizdeki sermayeden bu zamanı değil mi? Farkında olamadık!
Günler aylar yıllar gelip geçerken şimdi asırlarda süratle geçiyormuş diye anladık.
Anlamasına anladık da ne ders aldık?
Hani Zeki Müren şarkısında “Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım” dediğinde ne kadar içimize dokunurdu değil mi?
Ne de güzel ifade etmişti Erkin Koray: 
“Dediğim aynıyla vaki, öyle bir geçer zaman ki, birden dursun istersin, seneler olunca mazi.”
Yine, Sezen Aksu Takvim şarkısında; “Yıllar mı hızlandı yoksa, ne çabuk upuzun geçiyor günler geceler” diye söylüyor duygularını.
Evet, istesek te istemesek te, doğduğumuz andan itibaren bir yandan yaşamaya bir yandan ölmeye doğru süratle gidiyoruz.
Zaman süratle akıp gidiyor, hangi takvimi kullanırsak kullanalım. Dakika, saat, gün, ay, yıl, ömür. En değerli sermaye olan zamanı tüketiyoruz.
Mühim olan biz bu zamanı nasıl kullanıyoruz?
Ne yapıyoruz bu fani dünyada. Yıl başını yıl sonunu o yıl ki yaşamımızın bir muhasebesini yapma aracı olarak kullanıyor muyuz?
Yoksa sadece dilek temennilerden mi ibaret bakışımız?
Takvim değişse ne olacak. Hep iyi şeyler olsa. Öyle bir yıl olsa da hep istediklerim olsa, ah bir zengin olsam, hep çok param olsa!
Tamam olsun, hepsini size verelim. Her şey olup bitecek mi? Hayır.
Takvime, geleceğe, bütünsel, insan olma, yaratılış ve kul olma çerçevesinden bakmadığımız sürece bir şey olmaz.
Sadece kayıplarda oluruz.
Bir yıla daha burada birlikte girdik. Ama bu dünyada misafir olduğumuzu unutmadan yıllarımızı geçirelim. Misafir adabına uygun şekilde.
Hiçbir şeye sahip değiliz, ona göre.
Takvim değişti diye gevşemek yok. Takvimler zaten zaman içinde değişip gelişmiş. Bu hale gelmesi için neler geçmiş başından. 
O halde zamanı geldi, diğer aylardan daha az çeken Şubat ayının acıklı hikâyesini hatırlayalım isterseniz.
Roma'nın kurucusu Romulus’un emriyle yapılan ilk takvimde Ocak ve Şubat ayları yoktu. İmparator Numa bu eksikliği gidermek için Ocak ve Şubat'ı sonradan takvime ilave ettirdi. Yılbaşı, bu dönemde Mart ayında başlıyordu. Yeni eklenen aylar da yılın son ayları olarak yerlerini aldılar. Bu durumda Şubat, yılın son ayı oluyordu.
Yeni eklenen bu aylardan ikincisine “arınma” anlamına gelen februare’den esinlenerek Februarius denmişti. Bu isim de arınma tanrısı Februus’tan geliyordu. O zamanlar Şubat 30 çekiyordu.
Roma İmparatoru Jules Sezar, Mısırlı bir alime mevcut takvimde yeni düzenlemeler yaptırdı, sonrasında da bu takvime “Jülyen takvimi” denildi. Yeni düzenleme ile takvim 365 gün +  6 saat olmuştu. Bu 6 altı saatlik fazlalık her yıl birikerek 4 yılda bir defa 366 güne tekabül etmeye başladı. Yıl tam olarak eşit şekilde bölünemediğinden bazı aylar 30 gün, bazıları da 31 gün olmuştu. 
Şubat da, yılın son ayı olması nedeniyle 29 çekiyor ve 4 yılda bir defa 30 çekiyordu. Jules Sezar 31 çeken Temmuz ayına kendi adını, yani “July” adını koydu.
Daha sonraki İmparatorlardan Augustus ise, Sezar’ı kıskandı ve Temmuz’dan sonraki aya kendi adının verilmesini emretti.
Temmuzdan sonraki ayın adı bu şekilde “August” oldu ama küçük bir sorun vardı. Ağustos o zamanlar 30 çekiyordu ve August “Sezar’ınki 31 oluyor da benimki neden 30 oluyor” diyerek, kendi ismini taşıyan Ağustos’un da 31 olmasını emretti. Emir büyük yerden gelince bu soruna çözüm arayan astronomlar o zamanlar yılın son ayı olan Februarius’tan (yani Şubat’tan) 1 gün alarak Ağustos’a ekledirler.
O gün bugündür Şubat 28 çekiyor. Teselli olarak ta 4 yılda bir defa 29 çekiyor. 
Neyse ki, M.Ö. 40’larda yılbaşı günü 1 Mart yerine 1 Ocak’a alındı da, Şubat da yılın son ayı olmaktan kurtuldu.
Takvimde günler, aylar ve yıllar nasıl olursa olsun, sizin yılınız iyi olsun. Yaşayın bu yılı da sağlıkla.
banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981