Hayatım boyunca ilk yurt dışı seyahatimde hangi ülkeye gitmem gerektiğini uzun uzun düşünmüşümdür. Sonunda fırsat ayağıma geldiğinde rotamı Yunanistan’a çevirmeye karar verdim. Zira 5 asırlık bir Türk geçmişinin olduğu bu diyarda, Osmanlı’nın izlerini araştırma fikri beni oldukça cezbetti. İki yıldır şeref duyarak icra ettiğim gazetecilik mesleğim vesilesiyle hak ettiğim hizmet damgalı pasaport ya da daha çok bilinen şekliyle gri pasaportumu hemen aldım. Yönetim kurulu üyesi olduğum Avrasya Gazeteciler Derneği’nin görevlendirmesi ve İlim Kültür Tarih ve Teknoloji Araştırmaları Merkezi’nin desteği ile 21 Şubat 2025 gecesinde Yunanistan’a doğru yola çıktım. İki günlük bu gezi boyunca, Selanik ve Kavala şehirlerini keşfedecek, zamanında eşsiz Osmanlı eserleri ile dolu olan bu kentte hala varlığını sürdüren eserlerin izini sürmeye çalışacaktım.
Yazı ve Fotoğraflar: UĞUR TATAR
Takvimler 22 Şubat 2025 gününü gösterirken Türkiye saatiyle 11.00, Yunanistan saatiyle ise 10.00 sularında Selanik’e vardım. Bu etkileyici şehirdeki Osmanlı izlerini keşfetmeye başlamadan önce, dilerseniz bu toprakların köklü geçmişine kısaca bir göz atalım.

Kadim bir Şehre Doğru: Thessaloniki’den Selanik’e
Geçmişi milattan önce 4. yüzyıla dayanan kadim bir kent… 1997’de Avrupa kültür başkenti seçilen, Yunanistan’ın ikinci büyük kenti… Selanik…
Yıl MÖ 352. Perslerin karşısında ancak tek vücut olurlarsa durabileceklerini anlayan Makedonya Kralı II. Filip, Teselya bölgesinde kazandığı zaferle Makedonya’nın Yunanistan üzerindeki hâkimiyetini pekiştirdi ve Helen Birliği’nin kurulmasını hızlandırdı. O gün, bu zaferinin müjdecisi gibi doğan kızına da “Teselya Zaferi” anlamına gelen “Thessaloniki” adını verdi.
Yıl MÖ 323. Doğu ve Batı medeniyetlerini kaynaştırarak Hellenistik Dönem’in temellerini atan Büyük İskender, pek çok planını hayata geçiremeden Babil’de hayata gözlerini yumdu. Makedonya Krallığı’nın tahtına kim geçecek sorusuna tek bir cevap bulunamayınca krallık generalleri arasında bölündü.
Yıl MÖ 315. Zamanla İskender’in annesini, karısını ve oğlunu öldürerek adeta İskender’in soyunu kurutan Kassandros, tüm rakiplerini ortadan kaldırdıktan sonra kendini Makedonya Kralı ilan etti. Krallığını yeni kentlerle donatmak isteyen Kassandros, bu yeni kentlerden bir tanesine karısının adını verdi. Karısı; II. Filip kızı, Büyük İskender’in kız kardeşi “Thessaloniki”den başkası değildi.
Makedonya Krallığı’nın yıkılmasından sonra Roma Cumhuriyeti’nin egemenliği altına giren Selanik, 1430 yılına geldiğimiz ise Sultan II. Murat tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katıldı.
Geçmişte birçok kez el değiştiren ve çeşitli savaşlara tanık olan Selanik’in kaderi Osmanlı’nın himayesi altına girdiğinde tamamen değişti. Yahudi, Hristiyan ve Müslüman toplumların uyum içinde yaşadığı bu huzur kenti, zamanla önemli bir kültür ve ekonomi merkezi haline geldi.
Fakat beş asrı aşkın bir süre boyunca Türk şehri olarak kalan, Osmanlı Avrupası’nın adeta parlayan yıldızı konumundaki Selanik; Balkan Savaşları sırasında, takvimler 9 Kasım 1912 gününü gösterirken hiçbir direniş emaresi gösterilmeden teslim edildi. Bu olay, şehirdeki Türk etkisine vurulan ilk darbe oldu. Ardından 1917 yılında çıkan büyük yangın, şehrin Türk bölgesini yok etti. Son olarak 1924 yılında yapılan nüfus mübadelesi ile şehirde kalan Türkler, Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakıldı. İşte böylece Selanik’teki Türk etkisi de son bulmuş oldu.

Bir zamanlar “minareler şehri” denilen, 130’dan fazla camiyi bünyesinde barındıran Selanik’te kısa bir süre içinde -bir tanesi hariç- tüm camilerin minareleri yıkıldı ve camiler kiliseye çevrildi. Camiler ile birlikte Osmanlı’ya ait birçok eser de ortadan kaldırıldı. Günümüzde Osmanlı’dan yadigâr eserlerin sadece çok azını görebiliyoruz.
Selanik’te geçireceğim bir gün boyunca ecdadımızdan yadigâr kalan ya da Osmanlı’nın izini taşıyan bütün eserleri araştıramayacağımı bildiğimden, önceden tespit ettiğim eserleri içeren bir rota belirledim. Hazırsanız “Yunanistan’da Osmanlı İzleri” araştırmamızın ilk durağını oluşturan Selanik’i tarih şuuru ile gezmeye başlayalım.

Selanik’in Kalbinin Attığı Yer: Aristoteles Meydanı
Elbette amacımız Yunanistan’da Osmanlı’nın izlerini araştırmak. Ama bunu yaparken Selanik’in kalbinin attığı yer olan Aristoteles Meydanı’ndan da bahsetmeden geçmek doğru olmaz diye düşünüyorum.
Etrafındaki kafe ve restoranlar ile insanların popüler buluşma yeri… Festivallerin, kutlamaların ve hatta siyasi mitinglerin vazgeçilmez noktası… Şehrin dinamiğinde çok önemli rol oynayan bir uğrak noktası… Aristoteles Meydanı…

Aristoteles Meydanı, Selanik’i neredeyse tamamen yok eden 1917 yılındaki Büyük Yangın’dan sonra doğar. 1918 yılında Fransız mimar Ernest Hébrard tarafından tasarlanan meydanın büyük kısmı ise 1950 yıllarında inşa edilmiştir.
Bu meydanı eşsiz kılan en önemli unsur ise meydanı çevreleyen, Yunanistan Cumhuriyeti binaları listesindeki 12 gösterişli binadır. Asırlık binalar, meydanı bir kale suru gibi çevrelerken hem meydanın eşsiz şeklini oluşturur hem de ona tumturaklı bir hava verir.
Peki, meydanın ismi nereden gelmektedir?

Makedonya Kralı II. Filip, oğlu İskender’in eğitimi önemsemektedir. Devrin önde gelen hocalarından ders alan Büyük İskender, Muallim-i Evvel yani “ilk öğretmen” Aristoteles’ten de ders almıştır. İşte bu toprakların Aristoteles ile olan bağı buradan gelmektedir.
Öğretmen Aristoteles’in heykeli meydanın başköşesinde ziyaretçilerini selamlarken öğrenci Büyük İskender’in heykeli ise yaklaşık 10 dakikalık bir mesafede bulunmaktadır.
Büyük İskender’in askeri dehasıyla birlikte bıraktığı kültürel mirası da ortaya koyan bu heykel, Evangelos Moustakas tarafından 1973’te yapılmıştır. İskender’i 20 yıllık sadık yoldaşı Bukefalos ile birlikte betimleyen bronz heykel, 6 metreyi aşan yüksekliği ile Yunanistan’ın en uzun heykeli olma özelliğine sahiptir.


Adeta bir heykeller şehri olan Selanik’te Aristoteles ve Büyük İskender dışında adım başı bir heykele rastlamanız işten bile değildir.


Yunan deniz subayı Amiral Nikolai Votsi’nin büstü, Yunanistan’ın eski başbakanı Elefterios Venizelos heykeli, Pindos Kadını 1940 Anıtı, Girit Makedonya Savaşçısı heykeli ve II. Filip heykeli bunlardan sadece birkaç tanesidir.
Beyaz Kule
Aristoteles Meydanı’nı ve çevresini gezdikten sonra ilk durağımıza doğru yola çıkıyoruz.
Ege Denizi’nin kıyısında inci gibi parlayan bir yapı… Selanik’in kültürel mirasının önemli bir parçası… “Beyaz Kule”…
Tarih boyunca “Kalamarya Kulesi” ve “Aslan Kulesi” gibi farklı isimlerle anılmış olan bu kulenin kökeni Bizans dönemine kadar uzanmaktadır.

Kulenin yapımı ile ilgili çeşitli rivayetler bulunur. II. Murad’ın Selanik’i ele geçirmesinin ardından eski Bizans kulesinin yerine bu kuleyi inşa ettirdiği düşünülmektedir.
Bazı kaynaklarda ise kulenin 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapıldığı belirtilmektedir.
Kulenin mimarı konusunda da kesin bir bilgi yoktur. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde kulenin Mimar Sinan tarafından yapıldığını söylese de bu doğruluğu henüz kanıtlanmış bir bilgi değildir.
Bir dönem hapishane ve idam yeri olarak kullanılan yapı, bu yüzden “Kanlı Kule” olarak nam salmıştır.

Sultan Abdülhamit döneminde, belki de bu kötü şöhreti silmek adına beyaza boyanmış ve “Beyaz Kule” adını almıştır. Zamanla kulenin beyaz boyası silinse de adı aynı kalmıştır.
1988 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren “Beyaz Kule”, 6 kattan oluşur ve yaklaşık 34 metre yüksekliğiyle ihtişamlı bir görünüme sahiptir.
“Beyaz Kule”, günümüzde Selanik’in tarihini anlatan sergilerin yer aldığı bir müze olarak hizmet vermektedir.
Bey Hamamı
(Sultan II. Murad Hamamı)
Adeta bir açık hava müzesi konumunda bulundan Selanik’i adımlarken Roma’nın şanlı tarihine ışık tutacak kalıntılara sık sık rastlıyoruz. Caddeler ve sokaklar geçmişin görkemli harabeleri ve günümüzün modern mimarisiyle hemhâl olmuş bir vaziyette.


Selanik’in en işlek ve tarihi caddelerinden biri olan Egnatia Caddesi’ndeyiz. Bu caddenin Aristoteles Meydanı ile kesiştiği noktada “Bey Hamamı” olarak bilinen bir yapı bizi karşılıyor.
1444 yılında II. Murad tarafından yaptırılan bu hamam, Yunanistan’da ayakta kalmayı başaran en büyük hamam olmasıyla dikkat çekiyor.

Evliya Çelebi’nin övgülerine mahzar olan bu hamamın en dikkat çekici tarafı ise hiç şüphesiz erkekler bölümünün girişi oluyor.
Yunanların eline geçtikten sonra 1968 yılına kadar “Cennet Hamamı” adıyla kullanılan ecdat yadigârı bu hamam, daha sonradan kapanmış ve kaderine terk edilmiştir.
1997 yılındaSelanik’in Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi sebebiyle restore edilen hamamın bir kısmı ziyarete açılmıştır.
“Sultan II. Murad Hamamı” olarak da bilinen “Bey Hamamı”, bakımsızlığa ve yılların yorgunluğuna rağmen hala sade ama etkileyici güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
Acheiropoietos Kilisesi
(Eskicuma Camii)
Selanik’i fetheden şanlı hükümdar Sultan Murad Han’ın şehirdeki ilk adımlarını takip ediyoruz. Adımlar bizi 5. yüzyıldan kalma bir Bizans kilisesine götürüyor.
Meryem Ana’ya adanmış, erken Bizans mimarisinin önemli örneklerinden biri olan “Acheiropoietos Kilisesi”, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dâhil edilmiş çok kıymetli bir eser.
.jpg)
Ama bu kiliseyi Müslümanlar için önemli kılan şey çok daha başka. Bu kilise, Selanik’in fethinin ilk tanığı!
Kilise, Selanik’in Osmanlı tarafından fethedilmesinden hemen sonra Sultan II. Murad tarafından camiye çevrilmiştir. Sütunlarından birine kazınan o günün imzası hala durmaktadır: “Sultan Murad Han Selanik şehrini fethetti (1430)”

İlk cuma namazı da burada kılındığı için bu kutsal mabet, “Eskicuma Camii” adıyla anılmıştır.
Cami tekrar kiliseye çevrildiğinde ise Müslümanlara dair tüm izler yok edilmiştir.
Rotonda
(Hortacî Süleyman Camii)
Dairesel planlı ve bir kubbe ile örtülü tüm Roma yapıları, Rotonda olarak anılır.
Bizim bahsedeceğimiz Rotonda ise aslında Roma imparatoru Galerius tarafından, 4. yüzyılın başlarında kendi adına inşa ettirdiği dev bir mezar binasıdır. Bu yapı, imparatorun sarayı ve adına yapılan zafer takı ile devasa bir kompleksin bir parçası olarak tasarlanmıştır.
Bugün bu kompleksten geriye kalan nadide kısımlardan biri olan Kamara ya da bilinen diğer adıyla Galerius Kemeri, 4. yüzyılın başında inşa edilmiştir. Kemerin üzerinde yer alan kabartmalarda Galerius’un Perslere karşı kazandığı zaferler anlatılmaktadır.
.jpg)
5 Mayıs 311’de ölen Galerius, nedendir bilinmez kendi inşa ettirdiği mezar binasına gömülmez. Hıristiyanlık bir din olarak resmen kabul edilince ise bir mezar olarak inşa edilen bu yapının kaderi değişir.
İç çapı 23 metre ve dış çapı 36 metre civarında, boyu ise yaklaşık 30 metre olan bu yapı; apsis, narteks ve şapel gibi ilaveler yapılarak kiliseye dönüştürülür. Galerius’un mezarı, artık Aya Yorgi Kilisesi adıyla anılacaktır.
Selânik, II. Murad tarafından fethedildiğinde bile burası kilise olarak kullanılmaya devam etmiştir.
1591 yılına geldiğimizde ise yapının kaderi bir kez daha değişir. Evliya Çelebi’ye göre Hortaçlı Şeyh Süleyman Efendi, padişah fermanı ile kiliseyi papazlardan teslim almış ve burada bir zaviye kurmuştur. Yemen Fatihi Sadrazam Sinan Paşa da minare, mihrap ve minber ilave ederek kiliseyi camiye dönüştürmüş ve Hortaçlı Süleyman Efendi’nin adını vermiştir.
1912’de Selanik’in Yunanların eline geçmesinden sonra cami, tekrar kiliseye çevrilmiş ve geçmişe dair tüm izler birer birer yok edilmeye başlanmıştır.
Caminin etrafını saran geniş haziredeki bütün mezar taşları ortadan kaldırılmıştır. Hortacı Süleyman Efendi’nin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin de defnedildiği bilinen haziredeki mezarlardan ve mezar taşlarından günümüzde maalesef herhangi bir iz kalmamıştır. Haziredeki asırlık ağaçlar bile kesilmiştir.
Bir zamanlar bu yapının cami olarak kullanıldığına dair tek işaret minaredir. Selanik’te sağ kalan tek minare de işte bu minaredir. Yunanlar bu minareyi, şehri Türklerden geri almalarının bir anısı olarak külahsız olarak muhafaza etmişlerdir.
Asırlara meydan okuyan bu yapı, 1917’de Venizelos’un kararnamesi ile müze olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Camiye ait ilk gravür, E. M. Cousinéry’nin “Voyage dans la Macedoine” adlı kitabında yayımlamıştır.
Aziz Dimitrios Kilisesi
(Kasımiye Camii)
Şimdi de geçmişi 4. yüzyıla uzanan ve Selanik’teki en önemli kiliselerden bir tanesi olan Aziz Dimitrios kilisesine gidiyoruz.
Türlü badireler atlatarak bugüne gelmeyi başaran bu kilisenin çok ilginç bir kuruluş hikâyesi vardır.
Roma ordusunda subay olan Dimitrios, Hristiyanlığı kabul edip dini yaymak için faaliyetlerde bulunmaya başlayınca, henüz buna hazır olmayan Romalıların tepkisini çekmiştir. Tutuklanan Dimitrios, bir halk hamamının alt katına hapsedilir ve burada boynu vurularak idam edilir. Hristiyanlar onun bedenini, öldürüldüğü yere gömerler. İşte bu kilisenin tohumu da böyle atılmış olur.

4. yüzyılda buraya küçük bir tapınak yapılır. 5. yüzyılın başlarında ise tapınağın yerine gösterişli bir kilise inşa edilir. Yıllar boyunca yangınlar ve işgaller gören bu kilise, hep bir şekilde ayakta kalmayı başarır.
Selanik toprakları Osmanlı’nın egemenliğine girdiğinde ise kilisenin hikâyesi yeniden yazılır. Dimitrios’a adanan bu kilise, Cezeri Kasım Paşa tarafından bir camiye dönüştürülür. Artık ezan sesiyle şereflenen bu kutsal mabet, Kasımiye Camii olarak anılacaktır.

1917 yılında Selanik’in büyük kısmını yok eden yangında tamamıyla yanan bu yapı, oldukça uzun bir tamir ve restorasyon sonucunda tekrar ayağa kaldırılır. Ama tıpkı kendisi gibi hikâyesi de tamamen yenilenir ve 1949 yılından itibaren tekrar kilise olarak Hristiyanların ibadetine açılır.
Dimitrios’un öldürüldüğü yer olarak kabul edilen hamamın kalıntıları günümüzde müze olarak ziyaret edilebilmektedir. Kilisenin altında bulunan bu alana, çok dar bir merdiven vasıtasıyla inilir.

Yaklaşık 44 metre yüksekliğinde ve 33 metre eninde olan Aziz Dimitrios Kilisesi; 1988 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası olarak ilan edilmiştir.
Romalıların azametine, Hristiyanların hürmetine ve Müslümanların selametine 17 asır boyunca şahitlik eden bu gösterişli yapı, zamana noterlik etmeyi sürdürmektedir.
Atatürk Evi
Selanik’teki gezimizi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu, çocukluk ve gençlik günlerini geçirdiği pembe boyalı o meşhur ev ile noktalayacağız.
Selanik Başkonsolosluğumuzun da bulunduğu bir yerleşkede bulunan bu ev, günümüzde müze olarak ziyaretçilerini ağırlamaktadır.
Arşiv belgelerine baktığımıza, o zaman ki adresiyle Koca Kasım Paşa mahallesi Islahhane caddesinde bulunan bu evin 1870 yılında Rodoslu Müderris Hacı Mehmet Vakfı tarafından yaptırılmış olduğunu görürüz. Daha sonra birçok defa el değiştiren ev, en sonunda Ali Rıza Efendi tarafından Atatürk’ün doğumundan birkaç yıl önce kiralanır.

Atatürk, 1881 yılında, bu evin ikinci katında, güney tarafındaki odada dünyaya gelir.
Atatürk’ün bu evde acı tatlı birçok anısı olacaktır ama 1911 yılında Selanik’ten ayrılışından sonra doğduğu bu evi de çok sevdiği Selanik’i de bir daha göremeyecektir.
Balkan Harbi’nden sonra Yunan Hükümetine intikal eden ev, Yunan bir aileye satılır.
Cumhuriyet'in Onuncu yıl dönümü dolayısıyla Selanik Belediyesi, Türk-Yunan dostluğunun bir hatırası olarak Atatürk’ün doğduğu evin kapısının sağ köşesine mermer bir plaka yerleştirilir. Plakanın üzerinde Türkçe, Yunanca ve Fransızca olarak şu cümleler kazınmıştır:
“Türk milletinin büyük müceddidi ve Balkan ittihadının müzahiri GAZİ MUSTAFA KEMAL burada dünyaya gelmiştir. İş bu levha Türkiye Cumhuriyetinin onuncu yıldönümü münasebetiyle konulmuştur. Selanik, 29 Birinciteşrin 1933”
.jpg)
Selanik Belediyesi, daha sonra evi Yunan sahibinden satın alarak Atatürk’e hediye etmeye karar verir. 1937’de boşaltılan evin anahtarı Selanik’teki Türk Konsolosluğu’na teslim edilir.
Evin bakım ve onarımına 1940 yılında başlanmış ve İkinci Cihan Harbi yüzünden ancak 1950 yılında bitirilmiştir. Atatürk ile ailesi tarafından kullanıldığı yıllardaki dekorasyonuna uygun olarak yeniden düzenlenen ev, Dolmabahçe ve Topkapı Saraylarından seçilen özel eşyaların da eklenmesi ile 1953 yılında müze olarak kullanılmaya hazır bir hale getirilmiştir.
Ve nihayetinde yıllara meydan okuyan bu ev, Atatürk’ün vefatının 15. yıldönümü olan 10 Kasım 1953 tarihinde, Atatürk’ün naaşının Anıtkabir’e nakledilmesi ile eş zamanlı olarak “Atatürk Evi” adıyla ziyarete açılmıştır.
* * *
Selanik’te gücümüz yettiğince ecdadın izlerini sürdük, dilimiz yettiğince bu eserleri anlatmaya çalıştık.
Bir sonraki yazımızda, baba mesleği tütün tüccarlığı yaparken Napolyon’a karşı Mısır’ı savunmak için gönderilen askerlerden biri olan, oradan da Mısır Valiliğine yükselen ve hatta koca cihan devleti Osmanlı’ya kafa tutan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın izinde bir Kavala turuna çıkacağız…
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU