Bu özel haftada, babamla yaşadığım hatıralarımı ve babadan aldığım gazetecilik dersini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Baba Nasihati ve Gazetecilik Mesleği
Baba; bilgi, nasihat ve öğüttür.
Baba; öğretmen, okul ve ilimdir.
Baba; güç, kuvvet ve başarıdır.
Baba ocaktır, evdir, yurt, yuvadır.
Baba, güvendir ve dayanaktır.
Baba; şereftir, geçmiş ve gelecektir.
Baba, varlığında bilinmeyen değerdir.
Baba, kaybedilince anlaşılan kıymettir.
Baba, tek kelime ile babadır.
Babaların yeri hiçbir zaman doldurulmaz.
Ebediyete intikal eden başta rahmetli babam Kandazoğlu Mustafa Kahraman olmak üzere tüm babaları rahmetle anıyorum. Ahirete göç eden tüm babaların ruhları için bir Fatiha üç İhlas okuyalım.
El Fatiha…
Gazeteci; haberdir, bilgi ve belgedir.
Gazeteci, zamana karşı yarışmaktır.
Gazeteci, fedakârlık ve çalışmaktır.
Gazeteci; güven, doğruluk, dürüstlüktür.
Gazeteci; namus, şeref ve onurdur.
Gazeteci, haber ve doğru bilgidir.
Gazeteci yıkmak değil yapmaktır.
Gazeteci, cesaret ve korkusuzluktur.
Baba ile ilgili ne söylesek ne yazsak az. Bugün 48 yıldan beri severek yaptığım gazetecilik mesleğinde babamın vasiyet ve nasihatinin ne kadar önemli olduğunu, rahmetli babamın gazetecilikle ilgili bana yol gösteren vasiyet ve nasihatini sizlerle paylaşmak istiyor, önce Gebze Gazetesi www.gebzegazetesi.com’da daha önce yazdığım babalar günü ile ilgili makalelerimi paylaşıyorum.
http://www.gebzegazetesi.com/m/?id=1106&t=makale
Babamın Vasiyeti: Yapıcı Ol, Yıkıcı Olma
Gebze Gazetesi’ni ilk yayınladığım yıllarda, babam yazları Giresun’un Espiye Soğukpınar beldesinde geçirir, kışları ise Gebze’ye gelir ve her fırsatta bana nasihatlerde bulunurdu. Bir gün karşıma oturup Gebze Gazetesi’ni alarak şöyle dedi: “Oğlum, gazetecilik çok zor ve sorumluluk isteyen bir meslektir. Yazdığın bir haber, fotoğraf veya yazı evleri yıkar, cinayet işler, iş adamını iflas ettirir veya karı-kocayı düşman eder. Sen her zaman yapıcı ol, yıkıcı olma. Eleştirilerini yol göstererek yap, doğruluktan ve dürüstlükten ayrılma ve haksızlık yapma, herkesin düşmanı olmaz, başarılı insanların düşmanı olur. Yazdığın haberlerle devletin ve milletin yanında ol.”
“Bak oğlum, ben devletsizliğin ne olduğunu çok iyi biliyorum. Birinci Dünya Savaşı’nda, 1915 yılında doğdum ve Osmanlı Devleti’nin yıkıldığını, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl kurulduğunu gördüm. Çocukluğumda devlet yoktu ve çok sevdiğimiz yaylalara bile çıkamadık. Devletin olmadığı yerde eşkıya olur. Oğlum, doğruluktan ve dürüstlükten ayrılma, doğruların yanında, kötülerin karşısında ol. Seni çok zor şartlarda okuttum. Devlete, millete, ailene faydalı ol, ablaların, abilerin ve kardeşlerine kol kanat ol. Ata ve dede memleketini ve köyünü unutma, her yıl köyüne git. Allah seni yapıcı etsin, yıkıcı etmesin. Yapıcı ol, yıkıcı olma.”
Babamın yıllar önce söylediği bu vasiyet ve nasihat hala kulaklarımda çınlıyor. Onun gazetecilikle ilgili nasihatı benim ilkim oldu ve her zaman yapıcı olmaya çalıştım, yıkıcı olmaktan kaçındım. En sert eleştirilerde bile önerilerde bulundum.
Ana karnında yetim kalan babası Birinci Dünya Savaşı’nda şehit olduktan üç ay sonra dünyaya gelen ve çiçek hastalığı salgını sonucu bir yaşında tek gözünü kaybeden görme engelli rahmetli babam, beş erkek ve üç kız olmak üzere toplam sekiz çocuk büyüttü.
Rahmetli babamdan çok şey öğrendim ve 3 Ocak 2009’da 100 yaşında vefat etti. Babamın hatıralarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Giresun’un Espiye ilçesindeki orman köyü olan Dikmen köyünde 1960 yılında doğdum. Köyümüz orman köyü olmasına rağmen, Anayasa tarafından desteklenmediği için işsizlik sorunu vardı.
Babam Mustafa, Giresun ormanlarında iş bulamayınca Düzce ormanlarında hızar dere bölgesinde orman işçisi olarak çalıştı. Babamı ilk kez dört yaşındayken tanıdım. Düzce’den köye döndüğünde getirdiği bisküvinin tadı hala damağımdadır. Babamın babacan tavrını, şefkatli kucaklamasını dört yaşında yaşadım ve babamı o zaman tanıdım.
Bayram deyince çocukluk yıllarımız gözlerimizin önüne gelir. İlk bayramlarımızı silik bir resim gibi hatırlarız, mutlu çocukluk günlerimizi. Heyecandan uyuyamadığımız bayram geceleri, büyüklerimizle birlikte erkenden bayram namazına gittiğimiz sabahlar… Artık hepsi geride kaldı, çok uzaklarda. O çocukluk yıllarındaki bayram hazırlıkları… Bir ay öncesinden kendimizi bayrama hazırladığımız günler. Arife gecesi mısır unundan yapılan helvalar, babamla birlikte kıldığım ilk bayram namazı köyümüzün tarihi ahşap camisinde. Namazdan sonra babamın elinden tutarak atalarımızın kabirleri başında okuduğumuz Fatihalar… Babamla geçirdiğimiz güzel çocukluk günleri ve hatıraları üzerinden uzun yıllar geçse de, sanki dün gibi her şeyi hatırlıyorum. Babamla yaşadığım çocukluk hatıralarımı tarihe not düşüp zamana noterlik yapma adına sizlerle paylaşırken, sizlerin de hatıralarınızı yazmanızı istiyorum.
3 Ocak 2009 tarihinde vefat eden merhum babam Kandazoğlu K… Mustafa’yı minnet, şükran, saygı, sevgi, özlem ve rahmetle anıyor, ebediyete intikal eden tüm babaların ruhu için bir kez daha sizleri Fatiha okumaya davet ediyorum.
El Fatiha.
TARİHİN CANLI ŞAHİDİ BABAMDAN TARİH DERSLERİ
Ana karnında yetim kalan babam, babası Kandazoğlu İbrahim birinci dünya harbine gittikten üç ay sonra 1915 yılında dünyaya geldi. Büyük dedem Kandazoğlu Hasan, 1840 doğumlu, büyük dedem tarafından büyütüldü.
Babam, adeta canlı tarih ve ayaklı kütüphaneydi. Babamın dedesi Kandaz Hasan Ağa’dan çok şey dinlemiş ve öğrenmiştim. Babamdan dinleyip öğrendiklerimle, son 180 yılda ülkemizde ve dünyada yaşananların belgeselini çekerek, görme engelli babamın duyup öğrenip dinleyip anlattıklarıyla geçmiş tarihe ışık tutup belge bıraktım.
GANDAZ OĞULLARININ BİLİNEN EN BÜYÜK ATALARI
1844 yılında Dikmen Köyü’nde doğan ve 1939 yılında Dikmen Köyü’nde vefat eden Hasan Gandazağa’nın hayatını anlatan üç bölümlük belgeselin 1. bölümü:
TARİHİN CANLI TANIĞI HASAN KANDAZ AĞA BELGESELİ 2. BÖLÜM:
TARİHİN CANLI TANIĞI HASAN KANDAZ AĞA BELGESELİ 3. BÖLÜM:
GÖRME ENGELLİ BABAMIN ÇİLELİ HAYATI
Merhum babamın hayatı çile içinde geçmişti. Dedem İbrahim birinci dünya savaşına gittikten üç ay sonra şehit oldu, babam da şehit yetimi olarak dünyaya geldi. Kurtuluş Savaşı’nı yaşadı, gözünün biri çiçek hastalığı salgınında kör oldu, ikinci dünya harbinde mecburi olarak askere gitmek zorunda kaldı ve sıhhiye askeri olarak Erzincan’da vatan görevini yaptı. Darbeler ve ihtilaflar yaşadı, büyük sıkıntılar yaşadı. Düşmanlarının cinayete teşebbüs etme iftirası sonucu haksızlıkla hapiste yattı ve davası beraatle sonuçlandı. İftira atanları Allah’a havale etti. Kendisini öldürmeye teşebbüs eden şahıs daha sonra kendini vurarak ömür boyu topal ve sakat kaldı ve haksızlık ve iftiranın bedelini ödedi.
Hayatı boyunca haksızlık karşısında susmayan ve her zaman mazlumun yanında olan babam, bize devlet ve milletin hizmetinde yararlı işler yapmayı öğütledi. Ayrıca, mazlumun yanında durup zalimin karşısında yapıcı olmayı, yıkıcı olmamayı vasiyet ve nasihat etti. Babamın ilk okul deneyimi 1924 yılında köyümüzde açılan okulla başladı. Osmanlıca yazıları öğrendi ve harf devriminden sonra 1924’te Latince eğitim gördü.
Babam, dini bütün bir insan olarak, güzel Kuran okuyan, türkü söyleyen ve şiirler yazan biriydi. Kendisinden birçok şey öğrendiğim dolu dolu çocukluk yıllarımı birlikte yaşadığımızı hatırlıyorum. Babam, 13 yaşındayken beni yatılı bir eğitim kurumuna bırakarak okumamı ve adam olmamı istedi. Bu süreçte birçok çocukluk anımız var ve bunları sizlerle paylaşmak istiyorum.
http://www.gebzegazetesi.com/m/?id=4831&t=makale