28 Şubat ABD operasyonu
Tarihin canlı tanığı olarak, Sayın Erbakan’dan 28 Şubat süreci, yaşananlar ve olayların perde arkasını anlatmasını istiyoruz? Soruma tek tek cevap verirken, Şu gizli belgeyi getirin diye yardımcılarına talimat verdi.Şeffaf poşet içerisinde “ABD Dişişleri Bakanlığı’nın, ABD’nin Ankara büyük elçiliğine gönderdiği” yazıyı okumamız için bana vererek şunları söylüyordu;
…”28 Şubat tam anlamı ile bir ABD operasyonu, biz iktidara gelip Türkiyeyi ABD güdümünden kurtarıp dünya ülkesi yapma çalışmalarımızdan, ABD çok rahatsız oldu. Ekim 1996 tarihinde ABD devlet başkanı adına ABD Dışişleri bakanlığı ABD Ankara büyük elçiliğine ‘GİZLİ‘ başlığı altında gönderdiği yazı da Erbakan’ın Başbakanlıktan indirilmesi için her türlü eylem ve çalışmanın yapılması isteniyor. Ünlü 28 Şubat Milli güvenlik kurulunda görüşülen bildiri maddeleri ABD tarafından dikte edildiğini daha sonar ele geçirdiğimiz bu gizli ABD belgesinden anladık dedi.”
Bu belgeyi yeni ele geçirdiklerini söyleyen Erbakan hiç bir şey gizli kalmıyor. 28 Şubat 1997 deki ünlü milli güvenlik kurulundaki maddelerin tümü ABD gizli belgesinde de var. Türkiye’ye yazık oldu. Türkiye çok zaman kaybetti.” diye konuştu.
ABD’nin gizli belgesinde neler var?
1. Departmanımız, Türk hükümetinin milli eğilimlerinden ve Başbakan Erbakan’ın ideolojisinden ilham alarak dış politikayı Batı’dan ayırıp Arap ve Müslüman dünyasına doğru yeniden yönlendirmesinden dolayı derin endişe içerisindedir. Kanaatimizce Türkiye’nin İran, Irak, Libya, Nijerya ve sudan ile bağlarının kuvvetlendirmek konusunda ki mevcut tutumu, bizim milli menfaatlerimize aykırıdır(düşmancadır).
2. Doğru Yol Partisi, Erbakan’ın radikal İslami söylemlerini (taahhütlerini) ılımlaştırmada başarılı olamadığına göre,kendisinin Refah partisi ile koalisyonu verimsiz görünmektedir. Biz inanıyoruz ki, Tansu Çiller’in koalisyondan çekilmesi Erbakan’ı düşürür ve ülkeyi erken genel seçimlere götürür. Sonuç kesin olmamakla birlikte, Refah Partisi büyük bir ihtimalle seçimlerden eskisinden daha güçlü çıkacaktır.
3. Türkiye, Birleşik devletlerin anahtar stratejik ortağı kalmak mecburiyetindedir ve onun bu pozisyonunun gerçekleştirip, sürdürmede ki başarınız bizim milli menfaatlerimiz doğrudan etkileyecektir. Türk askeriyesi, bu sonucu elde etmeye doğru daha büyük bir çaba sarf etmesi için harekete geçmeye zorlanmalıdır. Bu konuda ki aksiyon planlarınızı ve yorumlarınızı bekliyoruz.
Milli Güvenlik Kurulu’nda neler yaşandı?
Prof. Dr. Erbakan’a, 9 saatlik milli güvenlik kurulunda neler yaşandığını sorduğumda kısa bir sure duraklayıp adeta o günleri yeniden yaşıyor gibiydi. Kurulda ilk sözü askerler aldı. Askeri kanat daha önce ayrı ayrı konuşuyor ve kuvvet komutanları görüşlerini ayrı ayrı açıklıyordu. Bu kez farklı davrandılar.
Askerler Biz karar aldık, bu toplantıda Genel Kurmay adına tek bir kişi konuşacak ve bu konuşma genel kurmayın görüşü olacak denildi. O zaman Genel kurmay istihbarat başkanı olan Çetin Doğan paşa söz alıp tam 5 saat konuşma yaparak sözde irtica tehlikesi ile ilgili görüşlerini açıkladı. Kurul bildirisinin acilen imzalanarak Hükümet tarafından uygulanmasını istediler. 5 saatlik konuşmayı sakin bir havada dikkatle dinledim. 5 saat sonra Kapıda duran Askeri yaveri yanıma çağırıp Demirel’in önünde duran Anayasa kitapçığını istedim ve kitapçığı elime aldığımda şunları söyledim.
Neden Anayasa’nın birinci maddesisini okuyor musunuz?
Söz sırası bana gelmişti . Tansu Çiller ve ekibi beni yalnız bırakmıştı. Kurulda adeta tek başıma kalmıştım. Söze neden Anayasanın ikinci maddesini okumuyorsunuz. Anayasanın birinci maddesinde Türkiye’nin Sosyal bir hukuk devleti olduğunu neden söylemiyorsunuz diye sordum. Askeri kanadın şikayetine tek tek cevap verdim. Tam 4 saat konuşma yaparak Askerlere cevap verdim. Başbakan yardımcısı Tansu Çiller, Milli Savunma bakanı Turan Tayan ve İçişleri bakanı Meral Akşener hiç konuşma yapmadılar.Yalnız olmama rağmen 2 parti koalisyon hükumeti değil de, tek başına iktidar gibi hükumeti savundum. Alınan kararların Tavsiye kararı olduğunu bu karanın uygulanıp uygulanmamasına hükumetin karar vereceğini açıkladım.
Demirel askerleri destekledi
Ropörtajın bu bölümünde Sayın Erbakan’a; Her fırsat da demokrasiden söz eden, 6 kez gidip 7 kez gelmekle öğünen Cumhurbaşkanı Demirel’in tutumunun ne olduğunu sordum.
Erbakan’ın cevabı çok ilginçti.
Demirel hiç ses çıkarmadan askerlerin yaptığı konuşmayı adeta tasdik ediyordu. Hükumete ve demokrasiye hiç sahip çıkmamıştı. Ben 28 Şubat post modern ABD darbesi yüzünden istifa etmedim. Bizim hükumet ortağımız DYP milletvekillerine istifa baskısı yapıldığı için istifa ettim. Tansu Çiller bir gün bana gelerek, partimden 50 milletvekili istifa edecek hükumet düşecek, ben bu milletvekillerini seçimde tümü ile tasfiye edeceğim dedi.
Genel seçime gitmek şartı ile hükumetin istifasını Demirel’e bildirme kararı aldık.290 imza ile Demirel’e çıkıp “Bakın sayın Demirel siz bulun 226’yı düşürün hükumeti diyordunuz, bende 290 milletvekilinin imzasını size getirdim. Ben istifa ediyorum, seçime gitme şartı ile Tansu Çillerin başbakan olmasını destekliyorum dedim.”
Demokrasi şampiyonu Demirel 290 milletvekili imzasını hiçe sayarak Hükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz’a verdi. Ondan sonrada yaşananlar malum.
Karadayı paşadan teşekkür
Eski Başbakanlardan Necmettin Erbakan’a 28 Şubat darbesinin mimarlarından olan Askeri kanat ile hiç görüşüp görüşmediğini sordum. Aldığım cevap çok ilginiçti.
Bir gün Karadayı paşanın kendisine gelip “ Sayın Başbakanım biz ilk kez sizin döneminizde askerler olarak çok iyi maaş aldık.İlk kez sizin döneminizde maddi olarak rahat ettik. Biz sizlerden şikayetçi değiliz. Sizlere güveniyoruz.” Dedikten sora cebinden iki ayrı fotoğraf çıkarıp şu açıklamayı yaptı.
Fotoğraflardan birinde Fatih Çarşambada çekilen çarşaflı hanımlar yer alıyordu. Bu fotoğrafı gösteren Karadayı “Sayın Başbakan bizim endişemiz Türkiyenin bu duruma düşmesinden endişe ediyoruz.” dedikten sonra diğer fotoğrafı da gösteren Karadayı paşa sözlerine şöyle devam etti.
“Bakın Sayın Başbakan benim ailemden de başı kapalı hanımlar var.Ben asker olarak babamın adına Camii bile yaptıran bir Genelkurmay başkanıyım.Babasının adına cami yaptıran paşa dine karşı olmaz” dedi.
Karadayı paşaya cevaben şunları söyledim.
“Sayın Paşam siz fotoğraflarla bana geleceğinizi söyleseydiniz bende size Almanya’nın başkenti Berlin’den çok sayıda çarşaflı hanım fotoğrafı gösterebilirdim. Sayın paşam örtülülerden korkmayın, onlardan devlete ve millete zarar gelmez” diye cevap verdim.
Sözü Kıbrıs Barış harekatına getirdim. Sayın Erbakan Kıbrıs harekatında yaşananları daha dün yapılmış gibi hatırlayarak harekatın nasıl yapıldığını tek tek anlatmaya başladı.
Kıbrıs barış harekatı
Kıbrıs Barış Harekatı’nın tarahi olay olduğunu açıklayan Erbakan “Şayet bizim emrini verdiğimiz harekat planı aynen uygulansaydı Kıbrıs olayıı 40 yıldır sürüncemede kalmazdı” dedi. Kıbrıs Barış Harekatı’nın arka planını Devr-i Alem kamerasına şöyle anlattı.
…“Başbakan Ecevit Kıbrıs harekatına isteksizdi, ancak Kıbrıs’da çok acı olaylar oluyor ve her gün bir çok Türk Rumlar tarafından öldürülüyordu. Dönemin Genel Kurmay başkanı Semih Sancar sürekli hükumetle görüşmeler yapıyor, ve askeri istihbarattan gelen bilgilere göre Kıbrıs’da yaşanan Rum vahşetine dur demek için bir an önce müdahale yapılması gerekiyordu”…
O yıllarda tüm dünya bizim böyle bir harekat yapmamıza karşıydı.Ancak savaşa Ecevit de karşıydı.Son görüşmeler için Kıbrıs’ın garantör ülkelerden olan İngiltere ile birlikte harekat yapalım diyen Ecevit bizim karşı çıkmamıza rağmen Londra’ya gitti, Ecevit yanlış bir şey yapmasın diye Oğuzhan Beyi de Ecevit’in yanına verdik. Genel kurmay başkanı Semih Sancar ve diğer yetkililerle Ecevit ve Türk heyetini Esenboğa hava limanından uğurladıktan sonra Semih Sancar paşa bana özel bir görüşme yapalım dedi ve Esenboğa hava limanında Genel kurmay başkanı Semih Sancar paşa ile aramızda şu tarahi konuşma geçti.
Savaş emrini Esenboğa’da verdim
Genel Kurmay başkanı Semih Sancar ile Esenboğa hava limanında bir odada görüşme yaptık. Sacar paşa bana, Sayın Erbakan sizler şuandan itibaren Başbakan vekilisiniz. Kıbrıs’da büyük katliamlar yaşanıyor. Sayın Ecevit’in Londra’dan dönmesi uzun zaman alacaktır.Başbakan vekili sıfatı ile bizlere hareket emrini verirseniz biz çıkarma için hazırlık yapabiliriz, harekat emrini verebilir misiniz diye sordu?
Bende harekat emrini verebilirim dedim.Tekrar söz alan Sancar paşa “Daha öncede bu tür harekat emirleri verildi ancak harekat yapılmadan geri alındı. Bu kez geri alınmamalı, Geri almamak ve kesinlikle çıkarma yapmak üzere verilmeli. Bir kez daha geri alınırsa askerlerin morali bozulur, Kıbrıs tümü ile elimizden gider ..” dedi.
Daha önce’de bir kaç kez Kıbrıs’a çıkarma emri verilmiş ve sonradan geri alınmıştı. Sancar paşa bunları hatırlatıyordu. Orada harekat emrini verdim ve Türk Silahlı Kuvvetleri hazırlık yapmaya başladı. Ecevit Londra’da İngilizlerle birlikte Kıbrısa’a çıkarma yapalım diye görüşmeler yaparken, verdiğim emir üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri çoktan çıkarma hazırlığına başlamıştı.
Kemal Kayacan ben Kıbrıs’ı alırım
Genel Kurmay Başkanı Semih Sancar’a harekatın teknik durumu ve başarı oranını sordum. Toplantıda yer alan dönemin Deniz kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan söz alarak sayın Erbakan hiç merak etmeyin ben Karadenizliyim,denizi ve denizcilik tarihini çok iyi bilirim. Sadece Türk Deniz Kuvvetler Kıbrıs’ı alma imkanı var dedi. Her türlü hazırlık yapıldı ve Kıbrıs herakatı başarı ile tamamlanacak diyen Askerlerin verdiği bu bilgileri aldıktan sonra çok rahatladım.
Kıbrıs harekatı karadan,karaya. Havadan Karaya. Havadan Denize, Deniz’den Karaya bir çok harekat unsurunu bir arada kapsıyordu. Böyle bir harekat çok iyi planlanmıştı. Askerimiz çok başarılı çalışma yapmıştı.
Ecevit çok korktu
Sayın Ecevit büyük umutla gititiği İngiltere’den eli boş dönüyordu.. İngilizler, Türkiye ile birlikte çıkarma yapmayacaklarını söyleyince Ecevit büyük umutla gittiği Londra’dan hayal kırıklığı içinde Türkiye’ye döndü. Ecevit’i Türkiye’ye döndükten sonra hava limanında karşılayıp, harekat emrini verdiğimizi söyleyince Ecevit şok oldu ve şaşırdı birden… “Dünya ne der?.. bu çıkarmayı dünyaya nasıl anlatırız.” diye endişesini dile getirdi. Ecevit’e cevaben sayın Başbakan hiç endişe etmeyin dedim.
Biz çıkarma planı yaptık ve 5 günde varmak istediğimiz yere varabileceğimiz söyledik ve bilindiği gibi harekat başladı ve bizim 5 günde gerçekleştireceğimiz planı Askerlerimiz 3 günde gerçekleştirdi. Askerimizin hazırlık yapması ve harekata dünya ülkelerinin tepkisini ölçmek için geçici olarak ateş kes kararı aldık..
Larnaka alınmalıydı
Mili görüş lideri Erbakan sorularımıza çevap verirken Devr-i Alem kamerasına açık açık konuşarak tarihe not düşüyodu. Sayın Erbakan adeta o günleri yeniden yaşıyor gibi heyacanlanıyordu ve ikinci harekatın başlamasından sonra planlanan hedefe ulaşıldı, öngörülen yere ulaştık diyordu. Zor durumdaki Türkler kurtuldu .Ancak bize haber vermeden Ecevit harekatı sona erdirdi. Bizim planımız Hala sultanın türbesinin bulunduğu Larnaka’yı almak vardı. Larnaka’nın alınmaması ve Maraş bölgesinin iskana açılmaması büyük bir hata. Ecevit ve ondan sonra gelen hükümetlerin Kıbrısla ilgili milli bir politikaları olmadığı için sürüncemde kaldı..1974 yılında Milli selamat partisi hükümetde olmasaydı Kıbrıs Barış Harekatı olmazdı diye konuştu.
Devr-i Alem 28 Şubat döneminin mağdurları ve tanıklarıyla görüşerek yaşanan acı olayları aktarmaya devam ediyor.
Vefasızlara hakkını helal etmedi?
28 Şubat Gebze Belediyesi operasyonunda haksız bir şekilde gözaltına alınıp, cezaevine konulan, burada ağır işkencelere maruz kalan, suçsuz olduğu ispatlanınca beraat eden ancak yakalandığı kanser hastalığı sonucu hayatını kaybeden Gebze Eski belediye başkanı Ahmet Penbegüllü’nün eşi Yurdagül Penbegüllü konuğumuz oldu. Yurdagül hanım davaya müdahil olduklarını belirtirken, kendisinin ve merhum eşinin en çok yakındığı durumun vefasızlık olduğunu söyledi.
Gebze Gazetesi: Ahmet bey nasıl bir kişiliğe sahipti, nasıl bir eşti?
Yurdagül Penbegüllü: Ahmet bey bambaşka bir insandı. Gerçekten kendisi çok değerli bir insandı. Eşi bulunmaz bir insandı. Her istediğimi yaptı, hiç kırmadı beni. Yumuşak yüzlü bir insandı. Herkese iyilik etmeyi severdi. Haram yemekten, hak-hukuktan çok korkardı ve buna çok dikkat ederdi. Obana ihtiyar diye hitap ederdi ben de ona Hacım derdim.
Gebze Gazetesi: Tutuklandığını öğrendiğinizde neler yaşadınız?
Yurdagül Penbegüllü: Tutuklandığını öğrendiğimde ben İzmit’teydim. Orada çalışmalar yapıyorduk. İnanamadım tutuklandığına, sinir krizleri geçirdim ve bayıldım, ayakta duramadım. Ama masum olduğuna hep inandık, onun bir suçunun olmadığını biliyorduk, bu yüzden başımız hep dik gezdik. Ahmet beyi içeriye aldıktan sonra hakkında suç aramaya başladılar. Nihayetinde suçsuz olduğu da ortaya çıktık.
Gebze Gazetesi: Ahmet beyi tutuklandıktan ne kadar sonra görebildiniz?
Yurdagül Penbegüllü: Yaklaşık bir hafta sonra eşimi görebildim. Gördüğümde eşimi tanıyamadım. Tanınmaz haldeydi. Uğradığı işkenceler yüzünden konuşacak halde değildi. Karnı sırtına yapışmış, vücudunda yağ kalmamıştı adeta. Sürekli elektrikli işkence yapmışlar. Bana yaşadığı işkenceleri anlatmadı, ama ben anlıyordum ve o benim içime işliyordu. Doktoru Fahrettin beye anlattı yaşadıklarını. Yaşadığı işkenceler inanın anlatılacak gibi değil.
Gebze Gazetesi: Yürütülmekte olan 28 Şubat soruşturmasına müdahil oldunuz mu?
Yurdagül Penbegüllü: Evet biz de sürece müdahil olduk. Gerekli bilgileri verdik. Avukat Necmi Özen de soruşturmayla yakından ilgileniyor. Şimdi İstanbul Milletvekili olan Harun Karaca da davamızla yakından ilgileniyor. Biz sorumluların cezalandırılmasını istiyoruz. Adaletin yerine bulacağına inanıyoruz. Biz üzerimize düşeni yapıyoruz, bu millete zulüm yapanlar hak ettikleri cezayı almalılar.
Gebze Gazetesi: Sizi kimler arayıp sordu?
Yurdagül Penbgüllü: En çok üzüldüğümüz durum bu. Ahmet bey vefat ettiğinde sağolsun Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan beni arayarak taziyelerini iletti, bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını sordu. İstanbul Büyükşehir belediye başkanı kadir topbaş çok ilgileniyor. Bize en fazla o sahip çıktı. Her zaman yanımızda durdu. Ayrıca Gebze belediye başkanı Adnan Köşker de Ahmet bey için dualar ettiriyor. Başkanımız da sağolsun Ahmet beyin hatırasına sahip çıkıyor. Ancak bunun dışında kimse bize sahip çıkmadı. Ne yazık ki Gebze Ahmet beye sahip çıkmadı.
Gebze Gazetesi: Başka kimse arayıp sormuyor mu?
Yurdagül Penbegüllü: Gebze Ahmet beyin değerini bilemedi. Ölüm yıldönümünde bile hatırlamıyorlar. Eşim Gebze için hayatını kaybetti, bir çok kişinin elinden tutup yükseltti ama onlar bize vefasızlık yaptılar. Rahmetlinin de en çok şikayet ettiği konu bu oldu. Bakın bu olaydan en çok biz mağdur olduk. 13 sene geçti üzerinden bakıyorum da olan Ahmet bey ile bana oldu. Gebze halkı bizi tanıyor, hep yanımızda, Ahmet beyin ismini hayırla yad ediyorlar, esnafımız halkımız sahip çıkıyor. O bir dava adamıydı. Ama elinden tuttuğu isimler onu yalnız bıraktı, en çok üzüldüğü konu bu oldu. İnanın bu yüzden bende siyasetten soğudum.
Gebze Gazetesi: Kırgın mıydı? Helallik verdi mi?
Yurdagül Penbegüllü: Evet çok kırgındı. Kırgınlığı etrafında olduğu halde onu yalnız bırakanlara karşıydı. Nihayetinde bu vefasızlara karşı kırgın bir şekilde gitti. Hakkını da bu kişilere helal etmedi. Ahmet beyin çok güçlü bir gururu vardı ancak yaşadığı işkenceler, gördüğü insanlık dışı muameleler onun gururunu kırdı, moral olarak çökertti. Biz kimseden bir şey talep etmedik, ama vefasızlık yüreğimizi burkuyor.
Gebze Gazetesi: Şu anda geçiminizi nasıl sürdürüyorsunuz?
Yurdagül Penbegüllü: Rahmetlinin makamda, mevkide, parada gözü yoktu. 10 sene başkanlık yaptı, başkanlık yaptığı dönemde ben Belediyenin imkanlarını kullanmadım, Ahmet bey de kullandırmadı. Hakka çok dikkat ederdi. Tutuklu bulunduğu dönemde kendisinin mal varlığını araştırdılar bir araba ve evden başka bir şey yoktu. Bugün bana Ahmet beyden sadece emekli maaşı kaldı. 10 sene başkanlık yapan herkes lüks konutlarda yaşarken bugün biz o dönem kurayla aldığımız Huzur Konutlarında, bulunan dairemizde alt katta yaşıyoruz. Birileri paralarını koyacak yer bulamazken biz ay sonunu nasıl getiririz bunun hesabını yapıyoruz. Çok şükür başkasına muhtaç değiliz. Şimdi tek temennimiz suçluların cezasını çekmesi.
……………………………………………………………………………………………………………………………………..………………………………………………………….…………………………………….……..
Devr-i Alem 28 Şubat döneminin mağdurları ve tanıklarıyla görüşerek yaşanan acı olayları aktarmaya devam ediyor
İşkence dolu günler!
28 Şubat sürecinin Gebze Belediyesi operasyonunun en önemli mağdur sanıklarından, dönemin Gebze Belediyesi Hukuk İşleri ve Personelden sorumlu başkan yardımcısı, günümüzün İSU Hukuk Müşaviri Avukat Necmi Özen, Devr-i Alem ve Gebze Gazetesi kameralarına yaşanan acı ve işkence dolu günleri anlattı.
Gebze Gazetesi: 28 Şubat belediye operasyonları neden Gebze’den başladı?
Gebze Gazetesi: Dönemin en çok tartışılan ismi Candan Eren’in yaptığı çalışmaları anlatır mısınız?
Necmi Özen: Candan Eren Gebze’ye ilk geldiğinde Gebze Kaymakamlığına giderek bilgi ve belge istedi ancak alamadı. Ordan yüz bulamayınca bu sefer Garnizon komutanlığına gidiyor. Dönemin Garnizon komutanı Orhan Turfan 3 sayfalık rapor vererek ve ne yapılacağını talimat vererek kendisine bildirdi. Candan Eren Gebze adliyesine gidip kendisine oda verilmesini istedi Adliye yetkililerinden. Yetkililer bunun olamayacağını söylediler. Gebze adliyesi o dönem bütün baskılara direndi. Zaten buradan yüz bulamayınca işi İstanbul’a taşıdı ve oradan yaptırdı.
Gebze Gazetesi: Bir hukukçu olarak o dönemde Gebze Belediyesi’ne yönelik yapılan operasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gebze Gazetesi: O dönemde Penbegüllü’ye ne tür işkenceler yapıldı?
Necmi Özen: Onunda gözleri bağlıydı. Uzun süre elektrik verdiler. İniltilerini bağırışlarını duyuyorduk. Onu da soğuk beton üzerinde beklettiler. Danıştay soruşturma iznini iptal etmiş DGM’de berat kararı vermişti. Ama oraya da baskı yaptılar. DGM Başsavcısı Adalet Bakanlığına ‘üzerinde baskı oluşturmaya çalışıldığını’ belirten yazılar yazdı. Ve geçtiğimiz günlerde Harun Karaca bu yazıları bir TV kanalında okudu.
Gebze Gazetesi: Sizin yargılanma süreciniz nasıl oldu?
Necmi Özen: Bir avukatın yargılanabilmesi için Adalet Bakanlığından izin alınması gerekiyordu. Ama öyle olmadı. Suç duyurunda bulunan müfettiş mahkemede bilirkişi olarak dinlendi. Polis birçok kişiye baskı yaparak hakkımızda şikayetçi olmaya zorladı. Ama şikayetçi olanlar 5-6 kişiyi geçmedi onlar da zaten mahkemede şikayetçi olmadıklarını baskıyla böyle bir şeye zorlandıklarını söylediler. Yine o dönemde Gebzeli büyük bir işadamına Gebze Belediyesi hakkında şikayetçi olmaya zorladılar. ‘Siz Gebzespor’a bağış yaptınız, demek ki belediyeyle bir bağınız var diye şantaj yapmaya kalktılar. Ama o işadamı biz Belediye başkanı kim olursa olsun Gebzespor’a hep destek oluruz’ dedi ve şikayetçi olmadı.
30 yıldır Gebze’de Gazetecilik yapıyorum. Son 15 yıldır Devri Alem Belgesel programlarımızla ulusal ve uluslar arası düzeyde gazetecilik yaparken Gebze’den kopmuyor ve yerel olmadan genel olmayacağına inandığım için Gebze ile ilgili yazılarda kaleme alıyorum.
12 Eylül’den 28 ŞUBAT’a Gebze’de gazetecilik
Sadece 28 Şubat değil, tüm darbe ihtilal ve muhtıralara karşıyım. Aslında darbelerden ve ihtilallerden en çok askerler ve topyekun devlet zarar görmüştür. Son 50 yılda yaşanan darbe, muhtıra, ihtilal ve e-darbelerin bedelini millet ve devlet olarak çok ağır ödedik. Darbe ve ihtilaller olmasaydı bugün ne belimizi büken ekonomik sorunlar ne de bizi birbirimize düşman eden terör konusu gündemimizde olmayacaktı. Türkiye kişi başına 30 bin dolarlık milli geliriyle dünyanın her bakımdan en saygın ülkeleri arasında yer alacaktı. Bunu laf olsun diye değil, dünyanın 74 ülkesini gezip Gazetecilik ve belgeselcilik yapan bir Medya mensubu olarak söylüyorum. 2. Dünya harbi yaşamış Avrupa ülkeleri ve Kore’nin ekonomik ve siyasi anlamda ki gücü yaptığım bu tespiti doğrulamakta.
12 Eylül darbesi ve 28 şubat sürecini Gebze’de yaşamış bir gazeteci olarak ihtilallerin ve Darbelerin ülkeye ne büyük zarar verdiğine şahitlik yaptım. Özellikle 28 Şubat darbesi ülkenin başta ekonomik ve siyasi gücü olmak üzere bir çok değerlerini ayaklar altına aldı. 28 Şubat darbesinin ülkeye verdiği zararı darbeyi yaşayanlar ve darbeye muhatap olanlarla konuşarak belgesel çekimi yaparak gelecek kuşaklara ders ve ibret alınması için aktarıyorum. Keşke, darbe mağdurları da anılarını kaleme alıp gelecek kuşaklara bırakabilseler.
28 Şubat’ta kim ne yaptı, nelerle meşgul oldu, ne yazdı, kim kimin adamıydı, kimler kimleri kullandı ve en önemlisi 28 Şubat darbesinden ekonomik, siyasi ve sosyal yönden kimler rant sağmadı bunları ayrıntılı bir şekilde bizzat darbenin mağdurlarıyla konuşarak geleceğe aktarıyorum. Darbenin mağduru Başbakan Necmettin Erbakan ile röportaj yapan ve yaptığı röportajı internet üzerinden tüm kamuoyuna açıklayan tek gazeteciyim. Ulusal ve yerel bir çok medya bizim www.gebzegazetesi.com.tr adresimizde ki Devr-i Alem Belgesel TV’de yayınlanan röportajı alıp kullandılar. Merhum Başbakan Erbakan ile yaptığı röportaj tarihe gerçek anlamda bir not olarak geçecek. Gebze’de ki 28 Şubat mağdurlarıyla yaptığımız konuşmalar ve röportajları da yayınlayarak görevimizi yapıyoruz. İnternette ki yazılarımız ve belgesel video binlerce kişi tarafından kısa sürede izlenmesi yaptığımız işin önemini gösteriyor.
28 Şubat’ın zulmü unutulmayacak
28 Şubat’ın kudretli komutanlarından Hüseyin Kıvrıkoğlu, 28 Şubat bin yıl sürecek demişti. Bin yıl sürmeden, bin yıl sürmediği gibi dolaylı ve direk darbeye katılanlar yüce Türk adaletinin önünde hesap veriyorlar. En büyük mahkeme vicdanlarda ki mahkemelerdir. Bugün bir çok kurum, kurulmuş ve insan 28 Şubat’ta ki tavır ve hareketlerinin vicdan azabını çekiyorlar. Ve çekmeye de devam edecekler. 28 Şubat darbesinin dosyaları daha yeni açılmaya başlandı. Açıldıkça bir çok şey daha gözükecek. 28 Şubat sürecinde zulme uğrayanlar, işinden olanlar, aile hayatı yıkılanların çektiği zulüm ve azap hiçbir zaman unutulmayacaktır.
28 Şubat darbesinin 1 numaralı mağduru Penbegüllü ile de konuşmuştuk
28 Şubat darbesinin 1 numaralı mağduru bölgemizde Ahmet Penbegüllü idi. Merhum Penbegüllü genç diyebileceğimiz bir yaşta vefat etmesi 28 Şubat darbesinde çektiği işkenceler ve uğradığı kötü muamelelerin yanında arkadaşları ve dostlarının vefasızlığında onu çok etkilemişti. Ahmet bey Amerikan hastanesinde tedavi görürken kendisini ziyaret ettiğimde yanımda ki arkadaşlardan müsaade isteyerek benimle özel olarak görüşmek istedi ve bana kendisinin bu hastalığa gördüğü işkenceler ve uğradığı haksızlıklardan dolayı meydana geldiğini söyledi. Dost bildiği birkaç kişinin adını vererek de onlara sitem edip kendisini bu duruma düşürenlere hakkını helal etmediğini söylemişti. 28 Şubat’ın Gebze’de ki aktörleri bir insanın dolaylı olarak ölümüne de sebep olmuşlardı.
28 Şubat’ın Gebze’de ki 2 numaralı mağduru, Çayırova Belediye Başkan yardımcısı Abdullah Yağcı’nın gazetemizin dünkü sayısında çıkan açıklamaları ise hiçbir zaman unutulmayacak, bu açıklama Gebze’de ki 28 şubat şak şakçılarının sürekli vicdanlarını kanatacak, hatırladıklarında utanacaklar ve vicdan azabı çekeceklerdir.
Gazetecilik görevimizi yaptık
Evet bu konuda daha çok şeyler yazılıp çizilebilir. Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde önemli bir devlet kurumunda görev yapan ve 28 Şubat sürecinin en hızlı olduğu anlarda ve üstelik 28 yaşında sırf hanımının başı örtülü olduğu için ordudan atılan bir yetkiliyle konuştuk. O günlerde yaşadıklarını, eşini ve 2 çocuğunu geçindirmek için inşaatlarda amelelik yaptığını anlatırken sanki olayları yeniden yaşıyor gibiydi. Evet zulümle abad olunmaz. Hele devlet gücünü kendi milletine karşı kullanmak isteyenler bugün vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında yaptıklarından pişman olup utandıklarına inanıyorum. 28 Şubat darbesi her bakımdan Türkiye’ye çok pahalıya mal oldu. Keşke hiç yaşanmasaydı. Ümit ediyorum ve inanıyorum herkes bu süreçten ders ve ibret almıştır. Şairin dediği gibi tarih tekerrürden ibarettir. Eğer ibret alınırsa hiç tekrar eder mi? Geçtiğimiz darbelerden ders ve ibret almadığımız için tekrar etti. 28 Şubat darbesinden herkes ders ve ibret aldı.
……………………………………………………………………………………………………………………………………..………………………………………………………….…………………………………….……..
Sadece namusumuza dokunulmadı!
Tarihe Post Modern darbe olarak geçen 28 Şubat süreciyle ilgili dönemin mağdurları ve tanıkları yaşanan acı olayları aktarmaya devam ediyor. Gazetemiz 28 Şubat döneminde Gebze Belediyesi’ne yapılan Operasyonun 2 numaralı mağdur sanığı Abdullah Yağcı ile ses getirecek bir röportaja imza attı. Gebze Belediyesi davasında 2 numaralı çete reisi diye adlandırılan şimdinin Çayırova Belediye Başkan yardımcısı, o dönemin ise Gebze Belediyesi Gelirler Müdürü ve Güreş İhtisas Spor kulübü başkanı olan Yağcı, gözleri dolu dolu yapılan zulümleri anlattı.
İlk gözlatına alınan isim Abdullah Yağcı oldu
İrticai faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle gözaltına alındıklarını belirten Yağcı, operasyonda ilk olarak kendisinin tutuklandığını söyledi.2000 yılında İçişleri Bakanlığı Müfettişi Candan Eren’in Gebze’ye gelerek çalışmalara başladığını söyleyen Yağcı, “Benimle ilgili olarak savcılığa suç duyurusunda bulundu. Kocaeli Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Organize suçlar şubesi beni belediyede ki makamımdan aldırdı. Ardından evimde aramalar yapıldı. Daha sonra İzmit’te sorguya alındım. Fiziki şiddete uğramasam da psikolojik şiddet uygulandı. Bir gece beni emniyette tuttular ve ertesi gün Gebze Adliyesine sevk edildim. Savcı bey beni serbest bıraktı. Ancak tutuksuz yargılanmamam devam etti.” dedi.
Candan Eren suç dosyası oluşturuyor
Gebze belediyesi operasyonuna gelen süreci aktaran Yağcı, “Candan Eren hakkımızda suç dosyası oluşturmak istedi. Bir yıl boyunca bekledi gazeteci Tuncay Özkan ile beraber çalışmalar yaptı. Batı Çalışma Grubu belediye içerisinden ve dışından çalışmalar gerçekleştirdi. Polisleri çağırarak Gebze Belediyesi’nde çalışan herkesi sorguya tutturdu. Hangi yetkiyle bunu yaptı, polisleri belediyeye getirtti bilmiyorum. Ancak gerçek polisler o dönem suç unsuru bulamayınca verdikleri rapor candan Eren’i memnun etmedi. İşinizi doğru yapamıyorsunuz diyerek Polisleri fırçaladı ve dosyayı yüzlerine fırlattı.”
Sahte ihbarlar
Batı Çalışma Grubu’nun yaptığı çalışmaları anlatan Abdullah Yağcı, “Dönemin Garnizon komutanı Zeki Durlanık çok acı olaylara imza attı. O dönem sahte ihbarlar, sahte şahitler, sahte tutanaklar hazırlandı. Bunların hepsine şahit olduk. Mülkiye Müfettişi Candan Eren, Mülkiye Müfettişi Mehmet Kılıçlar’ın raporlarını bile görmezden geldiler. Candan Eren sizi DGM’de yargılatacağım diyerek hepimizi tehdit etti.”
Operasyon için düğmeye basılıyor
Gebze belediyesi operasyonunu ön hazırlıklarını yukarıda ki sözleriyle anlatan Yağcı operasyonu günün gazetemize aktarıyor. İki ayaklı operasyonun ilk olarak 17 Nisan 2001’de gerçekleştiğini vurgulayan Yağcı, “17 Nisan’da düğmeye bastılar ve operasyonu başlattılar. 150’ye yakın Gebze belediyesi personeli (Çaycısından müdürüne kadar) gözaltına alındı. Otobüslere doldurularak vatan caddesinde ki İstanbul Emniyet müdürlüğü Organize Şube’ye götürüldüler. Bir hafta sonra başkan Ahmet Penbegüllü ve bizlerinde aralarında bulunduğu ikinci bir operasyon gerçekleştirildi. Gözaltı ve sorgulamaların ardından 24 kişi sanık olarak gösterildi, diğerleri serbest bırakıldı ve benimde aralarında bulunduğum 8 kişi tutuklanarak cezaevine gönderildi. Bu tutuklanan kişiler Belediye Başkanımız merhum Ahmet Penbegüllü, Arif Alpaydın, Cezmi Şekul, Cem Şekul, Şaban Sarıyer, Temel Dinç, Mahmut Yandık ve 2 numaralı sanık olarak benim.”
İşkence dolu günler
Gördükleri polis şiddeti ve yaşadıkları işkenceleri aktaran Abdullah Yağcı, “Tutuklanmayan kişilere bile işkenceler yaptılar. Özellikle sanık olarak gösterilen bu 24 kişi çok ağır psikolojik ve fiili işkencelere tabi tutuldu. Tehditler yapıldı, hakaretler yağdırıldı. Merhum Ahmet Penbegüllü çok ağır işkenceler gördü. Kendisi yaşadığı işkenceleri ‘Sadece namusumuza dokunulmadı’ diyerek zaten çok açık bir şekilde anlatıyordu. Bunun dışında yapılabilecek her türlü işkenceyi yaptılar.
Mahkeme sürecinde yaşananlar
402 gün tutuklu kaldığını ifade eden Yağcı, “9 ay boyunca hiç mahkeme görmeden cezaevinde kaldık. 25 Ocak 2002’de Hakim karşısına çıktık. Tahliyeler başladığında bizi beklettiler ve yine tahliye etmediler. Benim hakkımda önemli bir suç duyurusu olmamasına rağmen beni hep tutuklu tuttular. Bizim dosyalarımızı İstanbul 6. DGM mahkemesine gönderdiler, aynı şekilde Dinç Bilgin’in dosyası da buraya verilmişti. Mahkeme başkanı iki dosyanın kendisine ağır geleceğini belirterek bizim dosyamızı Ankara’ya gönderdi. Sonra 1.DGM’nin bize bakacağı açıklandı. Hâkim karşısına çıkacağız diye sevinirken dosyanın yarısını kaybolduğunu söylediler. Meğer dosyanın yarısı Adana DGM’ye gönderilmiş. 1-2 ay daha dosyaların İstanbul’a gelmesini bekledik.” dedi.
Cezaevi günleri
Önce Bayrampaşa cezaevi ardından Kartal Cezaevi’nde kaldıklarını belirten Abdullah Yağcı, “Bayrampaşa cezaevinde şartlarımız çok ağırdı. 95 kişilik koğuşta, hırsızı, esrarcısı, katiliyle 58 gün beraber geçirdik. Ardından dönemin milletvekili Osman Pepe devreye girerek bizlere sahip çıktı ve bizi Kartal’a aldırdı. Bazı zamanlar oluyordu ümitsizliğe kapılıyorduk. Mahkeme sürecinin uzaması bizleri endişelendirirken, merhum Ahmet Penbegüllü içimizde metin olandı. Nöbet sistemi vardı. Nöbetçiler gardiyandan gelen yemekleri alırlar, temizlik yaparlardı. Ben Ahmet bey ile nöbet arkadaşıydım, Cezmi ve Cem Şekul kardeşler nöbet arkadaşıydı, Mahmut Yandık ve Arif Alpaydın beraberdi, Temel Dinç ile Şaban Sarıyer’de birlikte nöbet tutardı. Cezaevinde çok fazla sıkıntı çıkarmadılar, Günlük gazete okuyor, TV’miz vardı.Ailemizle ve avukatlarımızla görüşebiliyorduk. Namazlarımızı cemaat olarak kılıyorduk.”
Mahkeme ve beraat
Beraat duruşmasını anlatan Yağcı, savcılık tarafından hazırlanan iddianamede Ahmet Penbegüllü’nün suç örgütü kurmak suçlamasıyla bir numaralı çete reisi olarak adlandırıldığını, kendisinde iki numaralı sanık olduğunu ifade ederek, “Düşünün mahkemeye gidiyorsunuz ve sizi görenler çete geldi diye konuşuyor. Başkan duruşmaya hazırlıklı çıktı ve 3 saat süren bir savunma yaptı. Ardından ben savunmamı yaptım, önemli bir suçlama da yoktu zaten, doğaçlama yaptım savunmamamı. Nihayetinde bir suç unsuru bulamadılar ve beraat kararı verildi. Ama bu süreç ne yazık ki Ahmet beyin hayatına mal oldu.”
Darbeden rant elde ediyorlar
28 Şubat Türkiye’sinin görüntüsünü anlatan Yağcı, “İçerisi gibi dışarısı da hapishane gibiydi. Dışarıda yaşayanlar bile huzursuzdu ve bizim içerideyken en büyük korkumuz dışarıda hapis hayatı yaşayanlardı. Türkiye o dönem topyekun bir cezaeviydi. Bugün darbenin mağdurları sesini çıkartmazken birileri süreçten mağdur görüntüsü vererek rant elde etmeye çalışıyor. Bu duruma çok üzülüyorum. Darbeyi destekleyenlerin bugün mağdur rolüne bürünmesi çok acı bir durum.”
Yapılması gerekenler yapılıyor
28 Şubat darbesini gerçekleştirenlere karşı geçtiğimiz yıl başlayan ve dalga dalga yayılan gözaltılar ve tutuklamalara da değinen Abdullah Yağcı, yapılması gerekenlerin geç de olsa hayata geçtiğini belirterek, “Yeter ki at izi it izine karışmasın. O dönemin 5’li inisiyatifi, biz onlara beşli çete(Medya, Asker, Sendika, Odalar, Üniversiteler) diyoruz bunlar da yaptıklarının hesabını vermeli. Sadece askerden ibaret değildi yaşananlar o dönem devletin başındakiler bile bunun arkasındaydı. Yapılan bu tecavüzler sadece benim şahsıma değildik. Helallik noktasında benim hakkımı helal edip etmemem önemli değil.Milletin hakkını helal etmesi lazım. Dava sürecine direk mağdur olanlar müdahil oluyor. Benimde müdahil olmama gerekirse müdahil olurum. Bu süreci bizlere yaşatanlar 30 Şubat’a kadar bunun hesabını veremezler.” diye konuştu.