Okumak aynı zamanda bir şeyin üzerinde durmak, düşünmek ve tefekkür etmektir. Eserde ustayı, fiilde fâili, nakışta nakkâşı, eylemde yapanı görmek, yapılanda yapanı sezmektir. Bu, kişiyi erdemliğe götürür. İnsanı “Müsebbibü’l-Esbâb” / “Sebeblerin Sebebi” ile başbaşa bırakır.
Bu, insanı ne olduğu, nerede bulunduğu, niçin olduğu ve ne olacağı düşünce ve bilincine eriştirir.
İnsan durur ve düşünür.
Böylece ne olması, ne yapması gerektiği mantığına varır. Gerçek bir arayışa girer. Gerçek insan olmanın mânasını anlar. Mânevî bir hazla mest ve sermest olur. Ancak bu şekilde hakikî bir insan olur be dostlar!
X
Bazen “Bir resim bin kelimeye bedeldir.” derler ya…Gerçekten görülen, dokunulan, hissedilen bir şeyin hakikatine, lâyıkıyla vâkıf olmak; anlamayı çok kolaylaştırır. Fehme ve mânalandırmaya çok yardımcı olur.
Meselâ bal hakkında bir çok kitap okusak; fakat hiç balı görmemiş ve tatmamış olsak. Bal hakkındaki bilgi ve mâlûmatımız bir şüphe ve kuruntu ile sarsılabilir.
Ama aynı zamanda baldan bir parmak bal tatmış olsak; artık kimse bize balı inkâr ettiremez. Tadını asla unutturamaz.
İşte bu biliş, bu inanış, bu anlayış, bu mâna veriş taklit değil tahkiktir.
Çünkü bir parmak balı tatmanın gösterdiği başarıyı; binlerce anlatım sağlayamaz.
X
Kâinatta canlı cansız her şey birer harf sayılır.
Hepsi birbiriyle irtibatlandırıldığı takdirde okunacak cümle, paragraf, sayfa ve kitap hükmündedir.
Velhasıl dört bir yanımız harflerle kuşatılmış. Dört bir yanımız okunacak sayfalardan ibaret. Ömür boyu sürecek bir okumayla mükellef ve yükümlüyüz. Aslında hepimiz ömür boyu okullu olmuşuz be canlar!
Bir bakıma kâinat bir kütüphane…İnsan; içinde bir okur…Ömrü boyunca içinde durur da durur. Gerçi insan da kâinat kütüphanesi içinde küçücük bir kütüphane.
Daha doğrusu insan; kütüphane içinde kütüphane be dostlar!
Kâinat büyük bir kitap; insan içinde küçük bir kitap. Kitap kitap içinde âdeta. Fakat küçük kitap; öyle bir kitap ki, büyük kitabı okuyan bir kitap.
Demek ki insanlar birbiri için okunacak kitaplar hükmünde.
Kaldı ki her an insanlar birbirlerini okumakla meşgul. Birbirini anlamak için uğraşıyor. Birbirini anlamaya, fehmetmeye gayret ediyor. Birbirinin özellikle içini okumaya çalışıyor.
Anladığı zaman büyük bir haz alıyor. Memnuniyet içinde kalıyor.
Anlamak ve anlaşılmak. İnsan için ne büyük, ne hoş bir sevinç ve sürur kaynağı oluyor.
Belki en büyük zevke bu şekilde erişiyor.
X
Gökyüzüne bakan insan, binbir sayısız yıldızları görür. Gözleri kamaşır. Ama bilir ki o anda gördükleri yıldızların yerlerinde yeller esiyor. Gördükleri manzara binlerce yıldızın o anda bize ulaşmış görüntü huzmelerinden başka bir şey değil.
Bizler kimbilir kaç binler sene önceki yıldızların aslını değil görüntülerini seyrediyoruz.
Ama bu biliş seyrimize, bu bakış zevkimize hiç engel olmuyor.
Yıldızların olmamaları, onları okumamıza engel teşkil etmiyor.
Kitapları yazanların, binaları yapanların, hayatta olmayışları onları okuyup anlamamıza engel değil. Bundan şu sonuç çıkıyor ki, madde değil; mâna asıl.
Mânaya vesile olan, olmasa da olur.
Çünkü verdi mânasını. Toplasın artık pılını pırtısını.
Tıpkı film çekildikten sonra, rol sahiplerinin dağılması mukadder olduğu gibi…
ASIL LEZZET DEĞİL CENNET (13)
Muhsin Bozkurt Makale