Kültürümüzde ve Tarihimizde Yayla kültürü çok önemli. Bugün unutulsa da yaylalara vefasızlık yapıp, betonlaştırsak da Kültür ve Medeniyet tarihimizde Yaylaların çok önemli yeri olduğu bilinmekte.
Türkistan Coğrafyasından Anadolu’ya getirdiğimiz önemli kültür olan yaylalar üzerine, bir çok türkü söylenmiş, hikayeler anlatılmıştır.
Şehirler ve köyler yaz aylarında sıcaktan yanıp kavrulurken, mis gibi çam ormanları ve yayla çiçekleri ile kaplı yaylalar, insanın ömrüne ömür katar.
Yayla kültürü giderek yozlaştı ve yok oldu. Yaylaları ne yazık ki betonlaştırdık. Yaylanın olmazsa olmazı olan hayvancılık bitti. Yaylaya sadece bir kaç günlüğüne gider olduk. Eskiden yaz aylarında zengin ve fakir herkesin akın edip gittiği yaylaların yerini, Sahiller ve plajlar aldı. Türkiye’de ilk kez plaj 1911 yılında deniz banyosu adı ile İstanbul Florya’da Ruslar tarafından açıldı. Bu gün tatil deyince akla hep sahiller gelmiş oldu.
Üzerine hasret, aşk ve kahramanlık türkülerinin söylendiği, Yayla kültürü yeniden canlandırılmalı. Yaylacılık teşvik edilmeli, yaylalar betonlaştırılmadan halka açılmalı. Göstermelik kültür ve tarihten uzaklaşmış ve yozlaşmış yayla şenliklerinin yerini, gerçek yayla kültürleri almalı. Otçugöçü geleneği yeniden canlandırılmalıdır.
Kültür ve Turizm bakan yardımcısı Sayın Haluk Dursun’un ata ve dedeleri Giresun Tirebolu Aslancık köyünden, Karaovacık yaylalarına çıkıyorlardı. Bakan yardımcısı sayın Dursun’dan isteğimiz yaylacılık Kültürünü yeniden yaşatmak İçin özel çalışma yapması yönündedir.
Geçmişte yayla yolculuğu hep yaya yürüyüşle yapılırdı. Bölge insanı ayağında kara lastiği, elinde azığı, belinde silahıyla 6 -12 saat arasında değişen mesafeleri yürürdü. Bu yürüyüş dağları sarmalamış bir yeşil denizi ortasında yürüyerek, taş oluklardan su içerek, vahşi doğayı dinleyerek olduğundan heyecan ve huzuru beraberinde getirirdi. On saatlik bir yürüyüş neticesi ayaklarınızda oluşan şişme ve sızıları dahi hissetmezdiniz.
Yayla heyecanı insanlarda yaşlısıyla genciyle günler öncesinden başlar. Yol azıkları hazırlanır, katır ve atlara vurulacak yükler denklenir. Hayvanlar göçten önce bir hafta boyunca günlük geziye çıkarılır. Bu hayvanın yolculuğa dayanabilmesi için bir nevi spordur. Büyükbaş hayvanlar âdeta bir gelin gibi süslenirdi.
Hayvanlarla gidilecekse göç saati sabah namazının ilk vaktidir. Hava henüz aydınlanmadığından çıra ya da farfar yakılır. Kadınlar keşanını başına sarar, sepeti sırtına yüklenir, eline de yol azığı olan yoğurt küleğini alır. Küçük çocuklar içi battaniye döşeli sepete oturtularak katıra yüklenir.
Koyun ve sığır sürüsü göçe dâhilse yolculuk daha meşakkatli olmakla beraber, bir o kadarda heyecanlı olur. Yüzlerce koyunu hey’leyerek giderken, yüzlerce çan ve kelekten çıkan ses ve bu sese karışan meleşmeler, ara sıra vadilerde çınlayan ıslıklar sürü sahibi bir yaylacı için şu dünyada dinlenebilecek en güzel melodi olsa gerek.
Yolculuk her zaman planlandığı gibi devam etmez. Aksilikler bir yaylacının yol arkadaşı olabilir. Yağmur hatta kar fırtınası olabilir. Yolda insan ve hayvanlar için hastalanma, ölüm veya doğum olabilir. Yollarda doktorsuz ilaçsız doğan nice insanlar vardır. Böylesi bir durumda göç için yolda, orman arasında konaklayıp, yeni bir günü beklemekten başka çare yoktur. Köpeklerin havlaması, koyunların ürkmesi, at ve katırların huysuzlanması çok yakınlarda var olan bir tehlikenin işaretidir. Böyle bir durumda bellerde duran tabanca ya da omuzlardaki mavzer veya filinta ateşlenir. Gecenin derin sükûtunda vadilerde yankılanan silah sesleriyle tehlike savuşturulur. Yayla yollarında mola yerleri bellidir. İnsanlar buralarda oturup istirahat eder, azığını yer. Espiye’nin Avluca Köyü’nden yaylaya giden birisi için Düdür, Çeküşük, Târıalan, Çayır Boğazı belli başlı mola yerleridir.
YOLLARDA KALICI DOSTLUKLARIN TEMELİ ATILIRDI
Bir tam günlük bu yolculuklarda yabancı iki insan karşılaşıp, aynı istikamete revan olmuşsa bazen yağmurda aynı şemsiye kullanılır, acıkınca bir mısır ekmeği bölünerek yenir, derin mevzulara dalınır ve bu yolculuk bir ömür sürecek bir dostluğa dönüşürdü.
Bazen yolculuklar yalnız başına olurdu, sırtınızda bir çanta, gözünüz hep yolda, belki bir katırcıya denk gelirim de şu çantamı katırına astırırım diye… ve umut hakikate dönüşür, taş döşeli yolda önce nal sesleri duyulur ve katırını yed’miş (elinde çeken) veya kasmış (yularını toplayıp hayvanı salmış) biri çıkagelir. Söylersin hiç ikiletmez, yükünün dengesini bozdurmadan bir ayar çeker, laflayarak devam edilir yolculuğa. 1990’lı yılların sonunda bütün yaylalara yol bağlanmasıyla asırlık adet ve geleneklerde yerini modern hayata bırakmış oldu.
Evet, biz www.devrialem.tv, www.gebzegazetesi.com ve www.agrt.net Olarak tüm ilgili ve yetkilileri yaylacılık kültürünün tanıtılıp yaşatılması İçin göreve davet ediyor. Yeni kültür ve Turizm Bakanından Yayla Turizmini teşvik etmesini bekliyoruz.