Kimi büyükler, gerçek marifetullahın / Allahı bilmenin, mükemmel ve üstün insan olmanın sırrını “Terk-i Hestî”de bulmuşlar.
Yani maddî varlıklarından geçmekte görmüşler. Kendi maddî vücudlarını unutmakta aramışlar. Kısaca “Masiva” denen Allahtan başka herşeye sırt çevirmekte sanmışlar.
Eğer insanın kalpten başka bir varlığı olmasaydı. Allahtan başka herşeyi terkte yerden göğe haklı olurdu.
Allahın isim ve sıfatlarının tecellî ettiği, göründüğü yer olan masivayı / Allahtan gayrı olan varlık âlemini düşünmemekte tamamen haklı sayılırdı.
Sadece Allaha kalbini bağlasa, yeter de artardı bile.
Oysa insan, sadece kalpten ibaret değildir. Çünkü insanın, ayrıca akıl, ruh, sır, nefis gibi; pek çok görevli his ve duyguları vardır.
Gerçek kâmil ve olgun insan odur ki, bütün o duyguları hesaba katar. Onları kendilerine mahsus, ayrı ayrı kulluk yollarına sevkeder. Onları hakikat tarafına yönlendirir. Kalbi de bunların başına komutan diker. Gizli açık bütün duygu askerlerini de emrine verir.
Çünkü insanın bir de manevî bedeni vardır.
Nasıl ki ordu; manga, takım, bölük, tabur vb. gibi kısımlardan oluşur. Her birinin kendilerine mahsus komutanları bulunur. Hepsine birden hükmeden bir de baş komutan vardır.
İşte, insanın manevî bedeni de bir ordugâhtır. Bütün isimli isimsiz lâtife, hasse ve duygularımız -çünkü vicdanen bilip de adlandıramadığımız nice duygularımız vardır- mânevî bedenin askerleridir.
Manevî bedeni teşkil eden tüm mânevî uzuv ve organlar bu ordunun kısımlarıdır. Hepsinin birbirinden farklı, çeşit çeşit fonksiyon ve görevleri mevcuttur.
Hepsini sevk ve idare eden ise başkomutanları olan kalptir. Kalb yalnız başına değil; bir komutan olarak; adlı adsız binbir lâtif duygulardan oluşan askerleriyle kahramancasına hayat yolunda, başarılı bir şekilde yürür.
Yoksa kalb, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp, tek başıyla gitmeye kalkarsa, bu; övünülecek bir durum değildir. Aksine çaresizliğin bir sonucudur.
Nasıl ki ordu sırf komutandan oluşmaz. Sırf askerlerden de ibaret değildir. Her ikisinden meydana gelir. Mânevî / soyut beden ordusunda kalb, komutandır. Diğer sayısız lâtif duygular, mânevî organlar ise mânevî askerî birliklerdir.
Hepsi beraber, manevî cihat içindedirler. Çünkü iki taraf da ancak bu şekilde başarılı olur. İki taraf da tek başlarına, biri birisiz asla sonuç alamaz.
Demek ki dünyayı kesben terketmek / çalışmayı bırakmak suretiyle terketmek doğru değil. Ancak kalben terketmek / dünya sevgisine kalbimizde yer vermiyerek mânen dünyayı terk etmek makbuldür.
İnsan bütün maddî-mânevî uzuv ve organlarıyla, dünya işleriyle meşgul olup uğraşacak fakat bunlara kalben meyletmeyecek.
Gemi suyun üstünde yüzecek. Suyun geminin içine girmesine izin verilmiyecek.
Kaldı ki; veren el, alan elden üstündür. Hergün, dünden ilerde olmak lâzım. Hükmedilen değil, hükmeden olmaya bakmalı.
Velhasıl, insanın kendini görebilmesi için nasıl ki ayna gereklidir. Maddî-mânevî lâtif duyguların işlevlerinin de ortaya çıkması istenir. Mahiyetlerinin farkına varılması arzulanır.
İşte bunun için, masiva denen Allahtan gayrı olan dünya ve içindekilerin onlara aynalık etmesi icap eder.
Dolayısiyle “Terk-i Hestî” / varlığı görmezden gelmek, doğru sanılan bir yanılgıdan başka bir şey değildir vesselâm.
banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981