GÖKTÜRK İMPARATORLUĞUNDAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE
BELGESEL TADİN DA MOĞOLİSTAN DA DEVRİ ALEM
Yazan: İsmail KAHRAMAN ( Belgesel Yönetmeni)
Devr-i Alem belgesel program yönetmen ve yapımcısı İsmail KAHRAMAN 15-21 Haziran 2010 tarihinde Hun imparatorluığundan Göktür imparatorluğuna, Moğol imparatorluğundan Uygur Türk imparatorluğuna Türk tarihinin kuruluş destanının yazıldığı Moğolistan’da belgesel çekimi yaptı. Göktürk Orhun kitabeleri nin bulunduğu tarihi Karakurum ve Karabalgas şehirlerin de İlim Kültür Tarih Araştırmaları Merkezi www.iktav.com olarak araştırma yapıp bir çok tv kanalında yayınlanan Devri aleme belgesel programı www.devrialem.tv olarak belgesel çeken araştırmacı gazetesi ve belgesel yönetmeni www.ismailkahraman.net in kalem ve kamerasından Moğolistan da belgesel tadın da gezi notları.
Moğolistan’da Türk tarihini araştırdım.Bilge Kağan’ın Nasihati
Daha ilkokul sıralarında Hunlar, Göktürkler, Oğuzlar, Selçuklular ve Osmanlıların tarihlerini okuyarak büyüdük. Bilge Kağan’ın nasihatinin yer aldığı Ötüken diyarı ve Orhun Abideleri hayallerimiz de yaşamıştı. Bilge Kağan’ın 1300 yıl önceki nasihati kulaklarımızda çınlar, onu duyar gibi oluruz. Orhun Abideleri ve Ötüken diyarına gitmeyi hep hayal etmişimdir. Ötüken diyarı ve Orhun Abidelerine gitmek, Hunlar, Götürkler, Uygurların dünyaya hakim olduğu dünyaya gitmek artık hayal değil. Yol uzak olsa da artık Ötüken diyarına gidebiliyoruz. Ünlü Göktürk devletinin kurucusu Bilge Kağan asırlar öncesinden bugünleri görmüş gibi. Bugün Türkiye Cumhuriyeti olarak Bilge Kağan’ın nasihatine ne kadar muhtacız.
Bilge Kağan’ın nasihatini, Orhun Abidelerine kazıdığı Moğolistan’ın Orhun vadisi ve Ötüken diyarında görmek üzere yıllardan beri beklediğim fırsat nihayet ayağıma geliyor. Türkiye’nin önemli akademisyenlerinden Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sefa SAYGILI’dan; “Moğolistan’a gidiyoruz, seni de aramızda görmek istiyoruz” davetini aldığımda bir anda aklıma Bilge Kağan’ın Türk Milletine 1300 yıl önce söylediği nasihatler geldi. Bilge Kağan 1300 yıl önce şunları söylüyordu.
“Tahta oturduğumda, şuraya buraya dağılmış olan milletim ölüp biterek, yaya ve çıplak olarak geri geldi. Milletimin adı yok olmasın, töre yok olmasın diye gündüz oturmadım, gece uyumadım. Gözden yaş gelse önleyerek, gönülden çığlık gelse geri çevirerek düşündüm. İyice düşündüm. Milletimi kalkındırayım, besleyeyim diye; kuzeye, güneye ve doğuya oniki büyük sefer yaptım, savaştım. Ondan sonra, Tanrı bağışlasın, talihim ve kısmetim var olduğu için, Ötüken'i il tuttum. Açları doyurdum, çıplakları giydirdim. Yoksul milleti zengin kıldım. Az milleti çoğalttım. Artık kötülük yok. Ve Türk Kağanı mukaddes Ötüken Ormanında oturdukça ülkede sıkıntı olmayacak, töre yaşayacak.
Türk, Oğuz Beyleri, Milletim, işitin!
Üstte mavi çökmese, altta yağız yer delinmese senin ilini ve töreni kim bozabilir?
EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN!‘’
Evet, Bilge Kağan’ın nasihati bugünler içinde geçerli. Bilge Kağan’ın nasihatine ne kadar çok muhtacız. Türk Devleti’ni yıkıp yok etmek için içte ve dıştaki hainlerin işbirliği yaptığı bir dönemde tarihe ilk kez devletlerine Türk adı veren Orhon ve Ötüken diyarından tüm dünyayı idare etmek üzere yola çıkan bir milletin mensubu olarak Ötüken’e gideceğiz. Planımızı yaptık. Moskova üzerinden Göktürk ve Uygur Türk İmparatorluklarının kurulduğu Moğolistan’a gitmek üzere 15 Haziran 2010’da yola çıkıyoruz.
Moğolistan’da Orhun Abidelerine gidiyorum
Yine yollardayız. Türk Dünyası Coğrafyasında Kültür ve Medeniyet tarihimizi araştırmak ve belgesel çekmek için çok uzaklara gidiyoruz. Şimdiki durağımız Moğolistan. Çok önemli Akademisyen ve Profesörlerden oluşan gönül dostları Gurubu’nun davetlisiyiz.
Türk tarihinin manevi tapu senedi olan Moğolistan’da, Orhun abidelerinde araştırma yapıp belgesel çekmek üzere 15 Haziran 2010 tarihinde saat 10:00’da Atatürk havalimanında gönül dostlarıyla buluşuyoruz. Heyette Prof. Dr. Sefa SAYGILI, Prof. Dr. İbrahim BALCIOĞLU, Prof. Dr. Orhan GEDİKLİ ile birlikte 8 profesör ve diğer arkadaşlarımızla toplam 16 kişiyiz. Moskova üzerinden Orhan Abidesine gidecek olmak gerçekten heyecan verici. 20 yıl önce bunu hayal etmek akla ziyandı. Artık her şey değişti. Rus hava yolları uçağıyla Moskova üzerinden 10 saat sürecek Uçak yolculuğu ile Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’a gitmek üzere uçağımız saat 13.00’da Atatürk havalimanından havalandı.
Uçağımız Karadeniz, Kırım ve Ukrayna semalarında kuş gibi uçarken Türk tarihinin muhteşem geçmişini hayal ediyorum. Uçağımızın penceresinden bir pamuk tarlası gibi beyaz bulutları seyrederken, Türk tarihinin ihtişamlı geçmişini adeta yaşar gibi oluyorum. Türk tarihinin büyük imparatorluklar kurduğu Ötüken diyarı ve Orhon vadisine Moskova üzerinden üstelik Rusya uçağıyla giderken içimde adeta fırtına kopuyordu.
Geçmişte “Komünistler Moskova’ya” diyorduk, şimdi artık “Türk kültür tarihini araştırmak isteyenler Moskova üzerinde Moğolistan’a” diyeceğiz. Dünyanın birçok yerine zarar etse de uçak uçuran Türk hava yolları her nedense kültür ve medeniyet tarihimizin destanlarının yazıldığı Moğolistan’a uçmaması Türk hava yolları ve Türkiye devletinin büyük ayıbı olsa gerek. Bu karmaşık duygularla Türk Tarihi’nin muhteşem geçmişi bir film şeridi gibi gözlerimin önünde canlanıyor.
Dünya Tarihi incelendiğinde Türk milletinin özel bir yere sahip olduğu görülür. Türkler, kurdukları medeniyetlerle insanlığa hizmet etmişler, kendi istekleriyle İslam'ı kabul ettikten sonra ilay-ı kelimetullah için zaferden zafere koşmuşlar. Türk milleti tarih boyunca hep cihanşümul devletler kurdu. Ancak hiçbir zaman sömürgeci bir devlet olmadı. İnsanlık için çalıştı. Bu yüzden gittiği yerlerde hep bir kurtarıcı olarak karşılandı. Hep bir kahraman olarak anıldı. Tarihin akışı, Türk'ü Büyük Okyanus'tan Atlas Okyanusu'na kadar yayıp dağıttı. Bu yayılış ve dağılışta yeni yurtlar edinirken sayısız savaşlar yaptı. Girdiği savaşlarda bir an olsun gözünü kırpmadı. Ölüme bir gül bahçesine girer gibi koştu. Yeryüzünde şehit Türk askerinin kanıyla sulanmamış çok az toprak parçası vardır. Yabancılar Mehmetçiğin başarılarını her zaman hayranlıkla ve şaşkınlıkla izlediler. Bugün yalnız Türk tarihi değil bütün dünya tarihi onun kahramanlığını takdirle yad eder.
8000 yıllık Türk tarihi’nden satır başları...
Türkler, çok eski çağardan beri Orta Asya'daki ana yurdundan türlü yönlere dalga dalga yayıldılar. Büyük devletler kurarak, dünya medeniyetine önderlik ettiler. Türkler, Dünyanın en köklü, en büyük uluslarından biri oldu. Geçmişi M.Ö. 6000 yıllarına uzanıyor. Tarih boyunca farklı coğrafyalarda; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında hiçbir ulusun ulaşamayacağı 100’ün üzerinde devlet, 16 imparatorluk kurdu. Bin bir güçlükle pençeleşerek ayakta durmayı başardı. Kimi zaman Hunlar, Göktürkler, Uygurlar adıyla dünya tarihinde söz söylediler, kimi zaman da Oğuzlar, Selçuklular, Osmanlılar adıyla tarihlerini zaferlerle taçlandırarak büyük bir gayenin, sevginin, adaletin ve hoşgörünün destanını yazdılar.
Bugün de Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak hep mazlumun yanında yer aldı, barışın ve adaletin temsilcisi oldu. Türkiye devletini yıkıp yok etmek için içte ve dışta çeşitli planlar yapılmakta. Bilge Kağan’ın nasihati çoktan unutuldu. Küçük siyasi hesaplar uğruna bağımsız tek devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak ve yok etmek için planlar yapılırken, tarihten ders ve ibret alma yerine hep birbirimizi suçlamaktayız. Keşke Bilge Kağan’ın nasihatine kulak verebilsek. Uçağın penceresinden dışarıyı seyrederken Bilge Kağan’ın o ünlü nasihati dudaklarımdan dökülüyordu. Bilge Kağan ne kadar da güzel söylemiş;
Türk, Oğuz Beyleri, Milletim, işitin!
Üstte mavi çökmese, altta yağız yer delinmese senin ilini ve töreni kim bozabilir?
EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN!‘’
Evet, Türkiye’yi yönetenler, etkili ve yetkili olanlar titreyip kendine dönme yerine, basit menfaatler, siyasi ve ekonomik hırslarla ortalığı yıkıp dökmekte. Beni içinde bulunduğum derin düşüncelerden, hostesin uçağımız Moskova havalimanına geçti, lütfen kemerlerinizi bağlayın anonsu ile kendime geliyorum. Uçağımız bulutların arasından bir kartal gibi süzülerek, yeşillikler içerisinde ki bir zamanların Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yani kısaca Komünist Rusya’nın başkenti Moskova üzerinde uçarken Moskova şehrinin ne kadar planlı olduğunu gördüm.
Dev gökdelenlerin yanında, çam ağaçları arasında ırmak, göl ve kanallarla Moskova’nın ne kadar güzel planlandığına şahit oluyorum. Yağmurlu bir havada uçağımız Moskova havalimanına iniş yaparken 2 saat 40 dakikalık Türkiye Moskova uçuşunun da sonuna gelmiş oluyoruz. Türkiye ile Moskova arasında 1 saatlik zaman farkı var. Polis kontrolünden geçip Moskova’dan Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’a gitmek üzere yine iknci bir uçağa bineceğiz. Bekleme salonunun penceresinden Moskova üzerinde batmakta olan güneş bana farklı duygular yaşatıyor. Yasak olmasına rağmen kameramı çalıştırarak tarihe ve zamana not düşüyorum.
Moskova’dan Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur’a gidiyoruz
Hun, Göktürkler, Moğollar ve Uygur Türk İmparatorluklarına başkentlik yapmış, Moğolistan’a gitmek üzere Rus Hava yollarına ait uçakla Moskova’dan Moğolistan’a gitmek üzere saat 20:40’da havalanıyoruz. Bulutları bir füze gibi delen uçağımız, yönünü kutuplara çeviriyor. Kutuplar üzerinden Moğolistan’a daha kısa zamanda gideceğiz. GÜNEŞ batmak üzere, saatler süren yolculuk başlıyor. Güneş battığı halde etraf halen aydınlık. Güneşin battığı yerdeki kızıllık sürüyor. Kuzey Kutbuna yaklaştıkça hava iyice aydınlanıyor. Bir süre sonra, Güneşin battığı yerdeki kızıllık daha da artıyor ve Güneş adeta baktığı yerden doğmaya başlıyor. Dehşetle güneş battığı yerden doğuyor diye etrafımdakilerle konuşuyorum.
Gezi heyetinde olan fizik konusunda da geniş bilgiye sahip Prof. Dr. Sadık ŞENÇAN kutuplara yaklaşıldığı için açının farklı olduğu aslında güneşin kutupların doğu tarafından doğduğunu söylüyor. Güneş ışıkları etrafı aydınlatmaya başlayınca derin vadiler, yüksek karlı dağlar, göller, ırmaklar ve çöller üzerinden uçağımız Moğolistan’a doğru uçmaya devam ediyor. Ulanbatur’la Moskova arası uçakla 6 saat ancak 4 saatlik zaman farkı olduğundan gün Moğolistan da yeni başlıyor.
Uçağımız Ulanbatur hava limanı için alçalmaya başlayınca bende kameramı çalıştırıp uçağın penceresinden Moğolistan’ın uçsuz bucaksız ovalarını görüntülemeye çalışıyorum. Bira ara çekimleri bırakarak, uçağın penceresinden bu coğrafyada kurulan Hunlar, Göktürkler, Moğollar ve Uygur Türk devletinin ihtişamlı geçmişi gözlerimin önüne geliyor. Bu coğrafya da kurulan imparatorluklar dünyayı hâkimiyeti altına almış, büyük okyanustan Atlas okyanusuna kadar coğrafyada hükümler sürmüş Atilla, bu coğrafyalara çıkıp, Avrupa Hun imparatorluğunu kurarak, Dünya ya nam salmıştı. Göktürkler, Moğollar ve Uygurlar, bu uçsuz bucaksız Moğolistan coğrafyasında imparatorluklar ve devletler kurmuşlardır.
Uçağımız, Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’a iyice yaklaşıyor. Moğolistan şehirlerini çok rahat görebiliyorum. Gobi çölü, Orhun ırmağı, Ötüken ormanları, Altay dağlarını seyrederken, yine tarihin derinliklerine dalıyorum. Uçsuz bucaksız Moğolistan ovaları ve yeşil dağlar, beni bu coğrafyada kurulan Hun imparatorluğunun ihtişamlı geçmişine götürüyor
Asya'da Türk siyasi tarihi Hunlarla başladı.
Büyük Hun imparatorluğu Moğolistan coğrafyasında doğmuştu. M.Ö. 3. yüzyılda tarih sahnesine çıkan Hun Devleti, Mete Han'ın yönetiminde güçlü bir devlet haline geldi. Moğolları yenen Mete Han, Çin'in Batı kapıları ile ticaret yollarını kontrol altına aldı. Hun Devletiyle başlayan büyüme Türklerin Anadolu kapılarına kadar gelmesiyle zirveye ulaştı.
Tarihte ilk Türk devleti Hun imparatorluğu
Türklerin tarihte bilinen ilk devletleri Asya Hun İmparatorluğudur. Tahmini yüzölçümü Otuz Milyon km. üstündedir. Bu imparatorluk ilk defa dağınık halde bulunan Türkleri tek bayrak altında toplamış tek Türk devletidir.
Kuruluşu M.Ö. 216 yılına tekabül eder. Fakat bu kadar ihtişamlı bir devlet kuran bir devletin geçmişi çok daha eskilere dayanır.
Türklerin göçebe hayat yaşamalarından dolayı kendi kültürlerini kaybetmemişlerdir. Sürekli münasebet içinde yaşadıkları Çinliler Türklerle ilgili kayıtları tutmuşlar fakat bu konuda ciddi çalışmalar maalesef yapılmadı.
Türk devletleri kendilerine başkent olarak genelde kutsal olarak saydıkları Ötüken şehrini seçmişler Asya Hun İmparatorluğu ve Göktürkler bunların en önemlileridir.
Dünyanın 7 Harikası'ndan birisi sayılan ve 2200 km. üstünde bir uzunluğa sahip olan Çin Şeddi Türk akınlarını önlemek için yapıldı. Bu seddin yüksekliği 12 km.yi geçmektedir. Fakat bu sedde rağmen Türk akınları engellenemedi.
Türk devletlerinin yıkılmasının en önemli sebebi şüphesiz entrikalar ve birbirlerine düşmedir. Bunun için özellikle Çinliler, Türk hanedan mensuplarını Çin'li prenseslerle evlendirmek istediler.
Ayrıca Türkleri ipekli kıyafetlere özendirerek yerleşik hayata geçirmeye çalıştılar. Fakat Türkler ipekli kıyafetlere de pek itibar etmedi. İpekli giysiler şüphesiz lüks yaşamı ve israfı getirecekti.
Türk ordusunun temeli Hun hükümdarı Mete Han'ın kurmuş olduğu orduya dayanır. Mete Han Türk ordusunun onbaşı-yüzbaşı-binbaşı şeklinde sisteme ayırdı. Ayrıca atların rengine göre birlikleri ayırdı. Türk ordusunun temeli ikibin yılın üstündedir.
Hunların yıkılmasından sonra Orta Asya'da büyük bir iklim değişikliği oldu. Bu değişiklikten sonra Türkler kendilerine yeni yurtlar bulmak için değişik bölgelere göç ettiler.
Bu göçlerin büyük kısmı Karadeniz'in kuzeyinden Avrupa'ya yapılan göçlerdir. Göçler sonunda Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı diye ikiye ayrıldı. Avrupa'da 375 tarihinde Avrupa Hun imparatorluğu kuruldu. Bugünkü Avrupa'nın etnik yapısı oluştu. İlk çağ sona erdi. Ortaçağ başladı.
Avrupa'da Türk akınları İskandinav Yarımadası'na kadar sürdü. Batı Hıristiyanlığı’nın merkezi Roma'ya ve Doğu Hıristiyanlığının merkezi İstanbul'a sefer düzenledi. Hem Doğu hem de Batı Roma itaat altına alınıp vergiye bağlandı.
Avrupa bu anları, Türklerin ilerleyişini tarihin hiçbir döneminde unutmadı. Bugün özellikle İtalya'dan "Eyvah Anne Türkler geliyor" sözü o zamandan kalmadır.
Türk göçleri sadece Avrupa'ya (Batı'ya) olmadı. Sibirya, Hindistan, Anadolu, Kafkasya, Mısır gibi bölgelere de yapıldı. Türklerin göçlerdeki en önemli etkenleri "Cihan Hâkimiyeti" anlayışıdır.
TÜRKLER 116 DEVLET 16 İMPARATORLUK KURDU
Türkler dünyanın en kahraman, savaşçı ve teşkilatçı topluluğudur. Bundan dolayı tarihte 16 büyük imparatorluk, 116 tane devlet kurdular. Bu imparatorluk bugün Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldızda sembol iye edilir. Ortadaki güneş ise Türkiye Cumhuriyeti’ni işaret eder.
Bu derin düşüncelerden yine Hostes’in İngilizce ve Rusça yaptığı kemerlerinizi bağlayın, uçağımız Moğolistan Ulanbatur Cengizhan havalimanına geçti anonsu ile kendime geliyorum.
Evet, artık araçları, yeşil ovalardaki göçebe Moğolların yaşadığı beyaz çadır evleri rahatça görebiliyorum. Bu coğrafya sanki bize hiç yapancı değil, Kendimi bir anda Anadolu’daki bozkırlarda ve Karadeniz yaylarında hissediyorum.
Uçağımız iniş için bir kaç kez tur atıyor ve iyice alçalıyor. Ulanbatur şehri uzaktan bozkırın içerisinde bir vaha gibi beliri veriyor. Büyük binalar, geniş site evler şehrin varoşlarındaki göçebe çadırları ile Ulanbatur’da sanki zaman durmuş, geçmişle bugün iç içe yaşıyor. Dağların arasında uçağımız bir kartal gibi süzülerek Tuz ırmağı vadisinden geçip, Ulanbatur Cengiz han havalimanına iniş yaptığında Moğolistan saati ile saatler sabahın 08:00’ini gösteriyordu. 6 saat süren uçak yolculuğumuz sona eriyor. Pasaport kontrolü için sıraya girip, kontrolden sonra kendimizi havalimanı dışına atıyoruz. Tatlı bir hava bahar esintisi ve serin rüzgarla sabah güneşi sanki bize atalarınızın diyarı Moğolistan’a hoş geldin diyordu.
Moğolistan’da bizi gezdirecek,Tur firmasının yetkilileri bizi karşılıyor, kısa bir yolculuktan sonra, Ulanbatur merkezdeki Alman oteller zinciri Kempisky Khan Palece otele yerleşiyoruz.
TÜRKİYENİN MOĞOLİSTAN BÜYÜKELÇİSİ İLE SABAH KAHVALTISI
Moğolistan’daki kültür tarihi gezimize hızlı başlıyoruz. İlk belgesel çekimlerimize Moğolistan’ın Türkiye Büyükelçisi Asım Arar ile başlayacağız. Kendisi ile önce otelde sabah kahvaltısı yapıp, sohbet ediyoruz. Bize bazı belgesellerimizi izlediğini ve yazılarımızı takip ettiğini söylüyor. Moğolistan Türkiye ilişkileri hakkında sorularımızı cevaplandırıyor. Türkiye’nin Moğolistan’a yaptığı kültürel yatırımlar hakkında bilgiler alıyoruz.
Büyükelçi Arar’dan, araştırma yapmak ve belgesel çekmek için gittiğimiz Moğolistan’da yaşayan 200 civarında Türk’ün olduğunu öğreniyoruz. Bir kaç Türk işadamı 10 milyon dolar dolayında ticaret hacmi ile Türkiye Moğolistan’da varlık göstermeye çalışıyor. Büyükelçi bir Türk gazetesinde “Moğolistan’da Kadın nüfusu fazla, Moğollar damızlık Türk erkekleri istiyor” başlığı ile çıkan yalan haber yüzünden çok zor durumda kaldıklarını söyledi ve basından şikâyetçi oldu. Moğolların çok onurlu bir millet olduğunu ve bu yalan haberi hazmedeceğinden bahsetti.
Moğolistan’a daha çok Kere’lilerin ve Avrupalıların ticari ve kültürel yatırımlar yaptığını söyledi. Büyükelçi Arar dan Göktürkler, Hunlar ve Uygur İmpatorlukları ile ilgili Türk üniversitelerinde araştırma merkezi ve endüstrilerinin neden olmadığını sorduğumuzda çok acı bir cevap alıyoruz. Türkiye’deki kurum ve kuruluşlar burası ile yeteri kadar ilgilenmiyor. Hatta düzenlenen bir kaç resmi gezi bile basit sebelerle iptal edildi.
Resmi bir gezi için, Türkiye’den Ulanbatur’a gelecek uçak için Rus devlet yetkililerinden izin alma işlemi unutulduğundan gezinin gerçekleşmediğni söylüyor. Ve şu acı gerçeği ifade ediyor. “TÜRKİYE’DEN KENDİ İMKANLARI İLE İLKEZ MOĞOLİSTAN’A GELEN ARAŞTIRMA VE TURİST GURUP SİZSİNİZ. KEŞKE SİZİN GİBİ TÜRK GURUPLARI GELEBİLSE. SİZLER ÖNCÜ OLURSUNUZ” sözleri halen kulaklarımda çınlıyor. Türkiye’deki kurum ve kuruluşlar Atalarımızın diyarı Moğolistan’a ilgi göstermeli ve Moğolistan’la ilgili üniversitelerimiz de araştırma endüstrileri kurulmalı. Hunlardan Göktürklere Moğollardan Uygur Türk imparatorluğuna televizyon dizileri ve filmler çekilmeli.Verdiği bilgiler için büyük elçi Arar’a teşekkür ediyoruz...
MOĞOLİSTAN’IN BAŞKENTİ ULANBATUR’U GEZİYORUZ
Moğolistan her bakımdan enteresan bir ülke. Otelden şehir merkezine doğru giderken, elimdeki araştırma notlarımı karıştırıyorum. Türkiye’nin iki katı büyüklüğündeki Moğolistan coğrafyasın da sadece 3 milyon kişi yaşıyor. Özetle elimdeki notlardan derlediğim bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Orta Asya'da ilkel göçebelerin nüfusun %30'unu oluşturduğu, Kuzeyde Rusya, Doğu-Güney ve Batı'da Çin Halk Cumhuriyeti, en Batı'da birkaç mil Kazakistan'a komşu 1.564.116 km2 alanda dünyanın 17. Asya nın en büyük toprakları. Yüzölçümü itibariyle karşılaştırmada Fransa'nın üç katı, Fransa ve Almanya'nın toplamı kadar olmasına rağmen; Moğollar, Kazaklar, Tuvalar, Türkler, Ruslar ve Çinlilerden oluşan 3,2 milyon kişi ile nüfus yoğunluğu en düşük topraklardır.
Batıda yüksek Altaylar ile, kuzeyde yoğun orman örtüsü, doğuda çorak bozkır ve güneyde Gobi Çölü ile çevrilidir. Ülke topraklarının büyük bölümü bozkırdır. Denize çıkışı olmayan nehirler ve vadileri ile çok sayıda tuz gölü bulunur. En yüksek noktası ise en batıda 4374 m. ile ölçülür.Coğrafi olarak üç parçaya bölünmüştür. Bunlar; Moğolistan Halk Cumhuriyeti, Çin'e bağlı iç Moğolistan ve Rusya'ya bağlı olan Buryat Özerk Bölgesi'dir.
Moğolistan günümüzde "Bağımsız Parlamenter Demokrasi" ile yönetilmektedir.
Moğolistan’da gezdiğimiz 5 gün boyunca bu coğrafyanın özelliklerini bire bir yaşacağız. İnsanlarla konuşup, Moğol çadırlarında konaklayıp yemekler yiyeceğiz. Kendimizi bazen dağlara, bazen yeşil ovalara atarak, buz gibi çağlayarak akan ırmaklara ayaklarımızı sokarak, Moğolistan coğrafyasını hissedeceğiz.
Aracımız şehir merkezine doğru ilerlerken, trafik çeşmekeşliğinin burada yaşandığını görüyoruz. Trafik tam bir rezalet. Rus yapımı en eski araçtan, son model jeeplare bir çok araç Ulanbatur yollarında Arzu endam ediyor. Ruslardan kalma eski binaların yanında yeni plaza ve gökdelenler Ulanbatur’u süslerken, Ulanbutur şehrinin etrafı Moğolların Ger dediği Yörük çadırları sanki bir çadır kent haline gelmiş. Çadırlar ve evlerin etrafı tahta çitlerle koruma altına alınmış. Ulanbutur’un genel manzarasını seyrederken şehir meydanına geliyorum.
MOGOLİSTAN’DA NUFÜSÜN YARISI ULAN BATUR’DA YAŞIYOR
Şimdi Kızıl Kahraman anlamına gelen ve tarihi geçmişi fazla olmayan Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’la ilgili bilgiyi sizlerle paylaşalım.
Moğolistan’da nüfusun yarısı başkent Ulanbatur'da yaşar. Ülkede yegane iş finans, kültür, bilim, politika merkezidir. 1639'da URGUU adındaki taşınan manastır şehri, Selenge, Orhun ve Tuz nehirleri boyunca konuşlanmıştır. Daha sonra Pekin -Kyakhta güzergâhında karavan güzergâhı olmuştur. Şehirde halen 1940-1950 Sovyet tarzı gökdelen mimarisi görülmektedir. Ancak son yıllarda Sovyet tarzı gökdelenler değiştirilerek yerlerine küçük yeni binalar yapılmaktadır. Şehirde büyük bir inşaat faaliyeti göze çarpmakta büyük bina inşaatlarının yol ve alt yapı inşaatlarına hız verildiğini görüyorum.
ULANBAATAR SUKHBAATAR MEYDANINDAYIZ
Başkent Ulanbatur'da ilk durağımız şehir merkezindeki meydan oluyor. Merkezde ünlü Moğol İmparatoru Cengiz Han heykeli yer alıyor. Komünist Rus döneminden kalma büyük parlemonto binası komünizmin güç sembolü olarak, halen insanların hafızasında yer ediyor. Meydanın bir köşesindeki Lenin heykeli Moğollarının halen Lenin’e saygı ve sevgisini ifade ediyor.
Bu meydanın 1921 Rus Bolşevik ihtilalındaki adı 'Daimdin Meydanı' idi. Meydan her yaştan Moğollar tarafından doldurulmuş durumda. Üniversiteyi yeni bitiren Moğollu gençler hatıra fotoğrafı çektirip, keplerini havaya atıyorlardı. Bizde bu törenlere kameramızla şahitlik yapıyoruz. Moğollu çiftler çocuklarını gezdiriyor. Banklarda yaşlı Moğollular geleneksel elbiseleri ile dikkat çekerken, yakalarındaki madalyonları gururla gösteriyorlar. Meydan tam bir panayır havasında. Canlı hareketliliğe bizde kendimizi kaptırıp, çocuklarla gençlerle, hatıra fotoğrafı çektirip, kameramızla tarihe not düşüyoruz.
Çok geniş bir alana sahip olan bu meydan da hükümet sarayı, merkezi posta hane, kültür sarayı gibi devlet binaları yer alıyor.
Meydanda Cengiz Han anıtından başka, onun iki önemli generalinin heykeline vardır.
ULANBATAR ULUSAL TARİH MÜZESİNDEYİZ
Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’daki şimdiki durağımız müzeler olacak. Bu müzeler, Moğolistan’da tabiatta bulunarak seçilmiş objeleri sergilemek üzere 1924 yılında kurulmuş olan müze, 1956 da şimdiki yerindeki binaya geçene kadar geçen süre içinde jeolojik ve paleontolojik flora ve fauna yelpazesinde büyük bir obje çeşitliliğine ulaşmıştır.
Müze 1991 yılında yasalara göre ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, farklı alanlardaki obje cinslerine göre bölümlere ayrıştırılmıştır.
Orta Asya da Taş devrinden başlayarak Türk ve Moğol hükümdarlıkları ile yakın tarihe ait zengin etnoğrafik eserler bu müzede sergileniyor. Müzede çekim izni alarak belgesel çekimine başlıyoruz. Gerçekten bu müze Moğolistan’ın binlerce yıllık tarihini gözler önüne seriyor.
Bu müzede kendinizi Moğolistan’ın tarihi labiretinte yolculuğa çıkıyor gibi hissediyorsunuz. Tarih Müzesinde Hun İmparatorluğundan Göktürk’lere Moğol İmpatorluğundan Uygur Türk impatorluğuna bir çok tarihi bilgiler ziyaretçi ile buluşuyor. Göktürk abideleri Bilge Kaan’ın heykeli müzenin en önemli köşesini süslüyor. Moğolistan’daki krallar dönemi ve diğer yönetimler döneminde eserler müzeyi süslüyor. Müzeyi Moğol rehberin eşliğinde geziyoruz.
Müze, etnoğrafik materyaller, kostümlerle tarih öncesi günlük yaşamı gösteriyor. Ne yazık ki kripto nedeniyle hangi objenin orijinal hangisinin reprodüksiyon olduğunu ayırt etme imkanı yoktur.
Bu müzede yer alan bazı eserler 2001-2002 yıllarında Pensilvania Üniversitesi ile işbirliği yapmıştır.2005 yılında önemli objeleri Almanya’da sergilenmiştir.
DOĞA TARİHİ ve DİNAZORLAR MÜZESİNDEYİZ
Yabancıların uluslararası düzeyde tanzim edildiğini görebileceği, yerkürenin yeri, oluşumu, gelişimi, biyolojik ve karakteristik özelliklerini sergileyen jeolojik tarih ana başlığındaki Museum of Natural History 1992 yılında hizmete açılmıştı.
Dinozorlar ve Doğa tarihi müzesi Moğolistan’ın en büyük müzesidir.2700 m2 alanda 40 salonda 12000 obje sergilenmektedir.1,5-2 saatte gezilebilen müzeyi biz biraz hızlı geziyoruz. Bu müzede de belgesel çekim izni alıp, dinozorlar ve büyük hayvan kalıntıların görüntüsünü çekiyoruz. Dinozor kalıntıları arasında dehşete düşüyorum.
500 milyon yıl öncesinden 800 fosil Kalınlısı ve dinozor müzeyi süslüyor ; 10,000-15,000 yıl öncesinden fosil, amfibi,bitki kalıntıları, Paleontolojik bitki ve hayvan ile insan kaynakları sergilenen müze turistlerin ilgi odağı. Dünyanın en vahşi dinozor isketelerini sadece bu müzede görülebilmek mümkün. Bu dinozorların bir çoğu Moğolistan’daki Gobi çölünden bulunmuş. Dinozorlar bölümünde çekim yapmak yasak olmasına rağmen, biz kameramızı gizlice çalıştırıp, iskeletleri bile insanı ürküten dinozorların belgesel görüntülerini çekmeyi başarıyoruz.
TÜRK MOĞOL DOSTLUK PARKINDAYIZ
Başkent Ulanbatur meydanının hemen yanı başında Türkiye’nin katkısı ile yapılmış TİKA Türk Moğol dostluk parkını geziyoruz. Parktaki Türk bayrağı motifi göz ve gönlümüzü okşuyor. Yeşillikler içerisindeki parktan Moğollar rahatlıkla gezip, dinlenebiliyorlar. Dostluk parkının bir köşesindeki Lenin heykeli Moğolların Linen’e saygı ve sevgisini de sembolize ediyor.
Moğolistan’da dövizle alış veriş yapmak mümkün değil, sadece Amerikan doları ve euora geçerli bir döviz bürosuna giderek, döviz satın alıyoruz. Bir ABD doları 1370 Moğol tengisi 1 Euro ise 1850 Moğol tengisine eş değerde. Dövizlerimizi de aldıktan sonra dinlenmek üzere kaldığımız Kempisky Khan Palece otele göre dönüyoruz.
ULANBATUR’DAN TONYUKUK ANITINA GİDİYORUZ
Tarihimizde Orhun abideleri olarak geçen, Göktürk kitabelerinin en önemlileri Bilge Kaan, Kültigin ve Tonyukuk anıtları. Bilge Kaan ve Kültigin anıtı Ulanbatur şehrine 400 km uzakta, Göktürk imparatorluğunun başkenti Karakurum şehri yakınlarındaki Orhun bölgesindedir, ancak Tonyukuk anıtı ise Ulanbatur şehrine 50 km mesafededir. Biz önce Tonyukuk anıtını ziyaret için Ulanbatur’dan yola çıkıyoruz. Tuz ırmağını geçerek, Bozkurlar içerisinden Tonyukuk anıtına giderken, Göktürk impatarluğu tarihi gözümüzde canlanıyor. Göktürk impatarorluğunda ilk kez Türk adının devlet adı olarak kullandığı imparatorluk. Göktürk alfabesi ise tarihimizde ilk yazıların yer aldığı alfabedir.
Göktürk impatorluğu ile ile ilgili elimizdeki bilgi notlarını incelerken, Tuz ırmağını geçip, yemyeşil ovalar ve her biri birer Göktürk abidesi gibi duran dağları seyrederek Ulanbatur yakınlarındaki Tonyukuk anıtına giderken, Göktürk imparotarlığunu ihtişamlı geçmişi gözlerimizin önünden bir filim şeridi gibi geçiyordu.
TARİHTE İLK TÜRK ADININ GEÇTİĞİ BELGE
Göktürk Devleti, tarihte ilk defa Türk adını taşıyan devlettir.
Türk kelimesinin aslı "türümek" fiilinden gelmektedir. Bu fiilden türetilmiş, kişi ve insan anlamında "türük" ve nihayet hece düşmesiyle "Türk" kelimesi ortaya çıkmıştır. Nitekim Anadolu'da bir kısım göçebeler de yürümekten "yürük" adını almışlardır.
Göktürkler, Türklerin atlı uygarlık ya da bozkır uygarlığından yerleşik uygarlığa geçiş döneminde, Türk boylarının başına geçerek hüküm süren bir hakan sülâlesidir M.S (552-745). Kurdukları devlete de Göktürk Devleti denir.
Göktürk devletinin başkenti ise, bugün Orhun vadisi Ötükent ormanları olarak bildiğimiz coğrafyadır. Orhun vadisi ve Ötükent ormanları Ulanbatur a 450 km olmasına rağmen, Tonyukuk anıtının Ulanbatur da olması Ötükenin Ulanbaturdan başladığının bir işaretidir.
Bu düşünceler içerisinde yolumuza devam ederken, karşımıza birden yeşil ova içinde 1300 yıldan beri dimdik ayakta duran, Tonyukuk anıtı çıkıyor. Heyecanla aracımızdan inip, demir çit kapının kilidini açtırarak anıtın bulunduğu alana giriyoruz. Anıt, yerinde orijinal olarak koruma altına alınan tek Göktürk abidesi. Bu abide de Tonyukuk Çin’e karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor.
Anıtın çevresinde Göktürk mezar taşları da var. Bölgede kısmen kazıda yapılmış. Anıta Moğollar da gelip, bez bağlayarak ibadet de ediyorlar. Demir çit ‘le çevrili anıtın yemyeşil ova içerisindeki manzarasını seyrederken, Tonyukuk’un kimliğini ve hizmetlerini düşünüyordum.
TONYUKUK ANITI NEDEN DİKİLDİ?
Tonyukuk kelimesi, "giysisi yağlı" manasına gelmektedir. O dönemde, lekeli bir giysi zenginlik ve cömertlik belirtisiydi.
M.S 724 yılında ölen Tonyukuk, kendi biyografisini, başarılarını ve tavsiyelerini ölümünden iki yıl önce 722 yılında kendisi bizzat hazırlamıştır. En iyi şekilde korunmuş bütün vefasızlığı ve tabiat şartlarına rağmen dim dik ayakta duran bu abideyi âdete okşarcasına dokunup, Göktürk yazıların inceleyerek belgeselini çekiyorum.
Yazılar bir inici tanesi gibi. Bu kitabeleri ciddi şekilde inceleyip araştıran, ve Göktürk abideleri adında kitap yazan Prof Doktor Muharrem Ergin’in şahsin da Göktürk abidelerine emeği geçen tüm ilim adamların millet ve şükranla yad ediyorum. Tonyukuk anıtı ve çevresinden diğer mezar taşları ile yeşil ova içerisinde ve mavi gök kubbe altında bir medeniyetin taşa vurulmuş mührünü yansıtıyor. Abideden çeşitli yerlerinde belgesel görüntüleri çekerken buralarda birlikte gidip araştırma yaptığımız profesör ve akademisyenlerinde görüşlerini alıyorum.
TİKA tarafından belgeye yapılan kazı evi ise, gerçekten kötü bir görünüm sergiliyor. Keşke TİKA buraya yapacağı kazı evini Göktürk ve Moğol mimarisi ile yapsaydı. Buraların gönüllü bekçiliğini yapan Moğollularla görüşüp, Moğol çocuklarının fotoğraflarını çekiyorum. Tonyukuk anıtını en yakın komşu, atların koyunların ve büyük baş hayvan sürülerine sahip, Moğol çadırlarında yaşayan göçebeler. Bu göçebeler Tonyukuk anıtını da ziyaret ediyor. Buradan ayrılmak istemiyoruz. Tonyukuk anıtına el sallayıp, buralara veda ederken, Göktürk kitabeleri ile ilgili elimdeki notları inceliyorum
TÜRK TARİHİNE IŞIK TUTAN BELGE
Tonyukuk "Asina" ailesinin akrabalarından Göktürk "Aşide" ailesindendir. Asena Türk mitolojisinde dişi bir kurt adıdır. O "tamamen şaman simgesi" olup, bir Göktürk milli söylencesiyle birleştirilir. Göktürkler ve diğer Türk göçebe imparatorluklarını kurucusu ve yönetenleri, Aşina sülalesindendir.
Ayrıca Tonyukuk, Hint kaynaklı dinlerin Türk boyları arasında yayılmasına izin vermediği ve bunların Türklerin hareketli hayatına uymayan, savaşçılık yeteneklerini köreltebilecek anlayışlar içerdiğini söylemiştir.
Orhun yazıtları Bilge Kağan ve Kültigin dışında aslında genelde hakanlar için yazılması gerekenden farklı olarak bir siyasi kişi olan Tonyukuk hakkında da dikilmiştir. Tonyukuk "Gök gibi ve Gök'ten olmuş" şeflerden biri değildir.
Bu anıtı ihtiyarlık devrinde kendisi diktirmiştir ve yazılar da kendisine aittir. Bu anıt GÖKTÜRK YAZISI ile yazılmıştır. Göktürk yazısını ilk olarak bu anıtlar üzerinde bulabiliriz. Tonyukuk Bilge Kağan'ın yabgusudur. Tonyukuk, bilgisi ve tecrübesiyle Bilge Kağan'a yol gösteriyordu. Orhun Yazıtlarını Tonyukuk; Bilge Kağan ve Kül Tigin'in ölümü ardından diktirmiştir..
TUZ NEHRİ KENARINDA TARİHİ YAŞAMAK
Tonyukuk Anıtından Ulanbatura dönerken Tuz nehrinin kenarında mola veriyoruz. Nehir yemyeşil ova içersinden nazlı nazlı akıyor. Nehrin içerisini girerek suda geziyorum. Yanımıza gelen Uygurlu gençlere Moğol türküsü söylettikten sonra, Tuz nehrinin belgeselini çekiyorum. Heyetimizle birlikte tuz nehrinden abdest alıp nehir kenarında ezan okuyup ikindi namazımızı kılıyoruz. Tuz Nehrinin kenarına oturarak, nazlı nazlı akan ırmağı seyrederken, bu coğrafyada kurulmuş, kültür ve medeniyet tarihimizin ihtişamlı geçmişini düşünüyorum.
ORHUN ABİDELERİNİ KİMLER BULDU?
Beni en çok üzen ise, Göktürk anıtlarının İsviçre ve finlandıyalılar tarafından bulunması. Türkiyenin halen bu böleye ilgi göstermemesi.Göktürk Anıtları ile ilgili Türkiye de keşke bir araştırma endüstütüsü kurulabilse. Türk bilim adamları bu bölgelere ilgil gösterebilseler. Türk Aydınının böyle bir derdi yok. Ünivesitelerimiz, Yabancı kültürlere verdiği önemin çok azını kendi kültürüne göstermiyor. Merek ediyorum, Acaba hangi üniversitelizde Orhun Abideliri ve Göktürk kitabeleri ile ilgili araştırma endüsttüsü var.
Orhun abideleri 18.yüzyılın ortalarında İsviçreli bir subay olan Srahlenberg tarafından bulunan Orhun Kitabeleri, 1893 te de Danimarkalı Türkolog Thomsen tarafın dan okunarak dünya edebiyatına kazandırılmıştır. Orhun Yazıtları‘nın konusu Göktürk tarihidir. Dağınık durumdaki Türklerin devlet kurmaları, sonradan güçsüzleşerek bağımsızlıklarını yitirmeleri, Çinlilerin egemenliğine girmeleri, tekrar güçlenmeleri ve bunların nedenleri yazıtların ana konularıdır. Yazıtlar gelecek kuşaklara etkili bir sesleniş niteliğindeki Öğütleri anlatır. Göktürk Kitabeleri, dikili üç büyük taştan oluşmaktadır:
Tuz ırmağı kenarından bu düşüncelerle kalkıp, Moğolistan ın başkenti Ulanbatura geri dönerken, buradan Türkiye’deki tüm üniversiteleri bilim adamı ve akademisyenleri orhun abideleri ile ilgili araştırma yapmaya davet ediyorum. Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve tüm yetkililer, bu bölgelerle biraz daha yakından ilgilenmeli ve kültür tarihimizi gelecek kuşaklara aktarmalı diye düşünüyorum..
Ulanbatur’da Cengizhan anıtındayız
Ulanbuturdaki şimdiki durağımız, Cengizhan anıtının olduğu yer, Cengiz Moğol impatorluğunun başkenti, Dünyayı titreten bir komutan bir zamanlar araştırmaca ve bilim adamları tarafından Türk olduğu söylense de, bu fikirden vazgeçirmiş, ancak bana gore, Moğolların aslıda Türk. Çünkü Moğol dili Ural Altay dil gurubunda. Moğol impatorluğunun kurulduğu coğrafya Hunlar Göktürkler ve Uygur Türk devletlerinin kurulduğu bölgeler.
Cengiz Han'ın anıtının yapıldığı yerdeyiz. Anıt, müthiş bir görünüme sahip. Çok miktarda büyük masraflar yapılarak, bu anıtın yapıldığı her halinden belli. Cengizhan (1162-1227) yıllarında yaşamış ve İMPATORLUĞUNUN sınırlarını Japonya’da Atlas Okyanusuna kadar genişleterek, dünya tarihine yön veren bir lider. Cengiz han ın onuruna yapılmış, sağ elinin "ileri" yi temsil ettiği at sırtındaki anıtının bulunduğu anıt kompleksidir.
Dünyanın en büyük heykelidir. Yapımında 250 ton çelik kullanılmış. Heykel, müthiş görüntüsüyle insanı titretiyor. Bir tepe üzerine yapılan Cengiz han heykeli, Cengiz han ın geçmişteki ihtişamını yansıtıyor.
Bu heykel Fransa'nın Eyfel; Amerika'nın 'Özgürlük Anıtı', Çin'in 'Çin Seddi' ve Hindistan'ın 'Taç Mahal' ine mukayese ile Moğolistan için gurur verici bir simge olarak değerlendiriliyor. Elimde kameram anıtın belgeseli çekerken, Cengizhan ın ihtişamlı geçmişi gözlerimin önüne geliyor
1167 yılında doğdu. Moğol Kağanı ve Moğol Devleti'nin kurucusudur. Asıl adı Temuçin’dir. Temuçin, 13 yaşlarında iken, babasını kaybetti. Henüz küçük olduğundan, kabilesi, onu bırakıp Tayciutlar’a katılmak istedi. Annesi Helün Hatun, bin bir çaba ile kabilenin küçük bir bölümünü geri çevirebildi. Nice güçlük ve sıkıntıya rağmen, varlıklarını sürdürebildiler. Bütün bu olaylar sırasında, Timuçin’deki önderlik yetenekleri kendisini belli ediyordu.
Cengiz, han olduktan sonra Çin’deki Kitün/Chin Sülalesi'nin, kuzey sınırlarında Tatarlara karşı giriştiği bir harekete katıldı ve Tatarlar ezildi. Ona göre Tatarlar, atalarına kötülük edip, ölümüne neden olmuşlardı. 1202’te Tatar kabileleri ile savaştı ve onları yendi.
Cengiz Han, Moğolistan’ın tek gücü durumuna gelmişti. 1206 İlkbaharı'nda, Onon Irmağı boylarında bir kurultay toplandı. Bu kurultay, bütün kabilelerin temsilcileri Han Cengiz’i, bakanlığa (Kağan) getirdiler. Cengiz unvanı da bu sırada verilmiş olmalıdır.
Cengiz Kağan, Çin’den batıya giden ticaret yolunu denetimlerinde tutan Tangutlar’la savaştı. 1209’da kendisi de sefere katıldı. Başkent Ning-hia düşmediyse de, Tangutlar denetim altına alındı. Cengiz Kağan, Asya’nın doğusunda büyük bir güç olarak ortaya çıkarken, Orta Asya’nın kudretli devleti de Harezmşahlar’dı. İki ülke arasında birçok elçiler gidip gelmişti. Cengiz, iki ülke arasında özellikle ticaretin gelişmesinden yana olduğunu belirtmiş, Harezmşah'tan gelen kervan mallarını uygun fiyatlarla satın almıştı.
Cengiz, 1218’de bir kaç elçisi dışında tamamı Müslüman olan tacirlerin yönettiği 450 kişilik bir kervan hazırlatıp gönderdi. Cengiz’in Moğolları tek bir devlet altında toplaması sonucu, eski Göktürk topraklarındaki bazı Türk Boylarının Batı’ya doğru göçü başlamıştır.
Asya’daki dinler mücadelesinde, Cengiz’in Şaman inancında olmasına karşın, siyasal açıdan İslamiyet’e yakınlaşmasıyla İslamiyet’e destek sağlamıştır.
Cengiz’le birlikte Asya’nın iktisadi yaşamı da değişime uğramıştır. Ülkelerarası ticaret yeni boyutlar kazanmış, sınırlar ve gümrükler ortadan kalkmıştır. Asya’da tek bir devletin egemen olmasıyla, Asya’nın batısı ile doğusu arasındaki ticari ilişkiler gelişmiştir. Cengiz Han, 1227 yılında ölmüştür. Cengizhan anıtına bakarak, tarihi geçmişi seyrederken, Cengizhan dönemindeki gelişmeleri bir sinema şeridi gibi gözlerimin önlerinde canlandırıyorum. Bizler Cengizhan’I bir çırpıda silip akıyoruz. Aslında ön şartsız tarihi geçmişi değerlendirmeliyiz. Cengizhan, Moğolistan daki bir küçük bir moğol cadırından nasıl olduda dünyaya hakim olabildi?
Horasan ve Türkistan medeniyetlerini Bir bir kendine bağlayabildi. İslam halifesini, Hilafet makamı Bağdat ta nasıl yıkabildi.?
Türkiye’deki bilim ve araştırma kurumları sadece, Cengizhan diyip,geçiştiriyoruz. Batılılar, Cengizhan la ilgili bugun önemli filimler ve belgeseller hazırlanıyor. Cengizh anın oğulları ve torunlarının Çin den Anadolu ya Kafkaslardan Kırım coğrafyasına kurduğu impatorluk her bakımdan çok iyi araştırılması gerekiyor. Cengizhan anıtının önünden Cengiz han dönemindeki Dünya tarihi gözlerimin önüne geliyor. Horasan coğrafyasında Harzşahlarla çarpışması, Harzemşahın oğlunun Cengizhan karşı çıkması önemli bir olay.
Cengizhan ın affettiği tek kişi bu harzemşah sultanın oğluydu. Horasan coğrafyası ve Bağdat’taki yıkmalar ve yağmalar, kültür tarihimize büyük darbe vurmuştur. Cengizhan’ın oğlu Hulagu’nun, Bağdat ta İslam halifesiyle savaşması halifeyi keçi postuna sararak, atlar altında ezmesi, tarihin acı bir olayıydı. Cengizhan’ın torunu İlhanlılarla anadolu Selçuklu İmpatorluğu ile Köse Dağda savaşlar tarihimizin dönüm noktasıydı. Cengizhan’ın oğulu Hulagu’nun Memluklularla yaptığı savaşta yenilmesi Moğol impatorluğunda sonun başlangıcı olmuştur.
Cengizhan’ın oğlu Batuhan’ın Karadeniz in karşı yakasında Kazan ve kırımdaki savaşları tarihin kaydettiği önemli olaylardır. Batuhan Viyana’ya kadar ve Tuna boylarına giderek,Haçlı ordularını burada perişan etmişti. Kaderin cilvesi olarak, Cengiz han ın Çin tarafına gönderdiği oğlu Kubilay ın daha sonra devletin başına açacağı sıkıntılar, Çinliler ile Moğollar arasında hep sürüp gidecekti. Özetle, Cengizhan dönemi her bakımdan araştırılmalı, Objektif değerlendirmelerle Cengiz han ve türk tarihi yeniden yazılmalı diye düşünüyorum. Bana gore, Cengiz hanı Dünya impatoru yapan en önemli neden,
UYGUR Türk devleti Cengiz hanla ilk işbirliği yapan ve ittifak kuran devlettir. Cengiz han’ın askerleri arasında Türkler çoğunlukta idi. Cengizhan’ın ordusundaki Türk Süvari askerlerinin atları, günde 120 km gidiyorlardı., Eğer Uygur Türk devleti Cengiz han la birlikte hareket etmeseydi, Cengizhan bu kadar başarılı olamazdı. Hemen belirmemen gerekir ki,Göktürklerden sonra, Orhun vadisi ve Ötüken ovalarında kurulan Uygur Türk imparatorluğunun adı medeniyet kelimesinin türkçe karşılığı olan Uygardan gelmektedir. Uygurlarla ilgili geniş bilgiyi, Uygurların imlk başkenti, Orhun vadisindeki Karabalgaz tarihi şehrini gezerken vereceğiz.
ULANBATAR’DA BOGD HAN SARAY MÜZESİNDEYİZ
Moğolistan’ın başkenti Ulanbaturdaki gezimizin şimdiki durağı, Başkentin önemli bölgesi Tuz ırmağı kenarındaki Bogdhan sarayı. Saray, muhteşem mimarisi ile görenleri kendisine hayran bırakıyor. Tipik, Tibet mimarisi çadırların estetik görünümü yeşil boyalarla süslü saray karşısında insan tarihi imkansız duygulara kapılıyor. Sarayı uzaktan doya doya seyretmek gerek. Yeşil Saray olarak da bilinir. 1893-1993 arasında Moğolistan'ın son hanı ve Lamaist dini lideri (Javzun Damba Khutagt VIII) VIII Bogdo Hanın ikameti için inşa edilmişti. Elimde kamere ili sarayın dış havlısından içerisine dalıyorum. Saray binalar binalar kampleksi tarihi not düşüp zamana noterlik yaparak sarayı bilgesellerini çekiyorum. Çekimlerim devam ederken,bayan görevli çekim yapmamıza mani oluyor.
Bogdo Han 1911 yılında Moğolistanda " KUTSAL KRAL" olarak siyasi otorite kabul edilmişti.1921 yılındaki Moğol Halk Devriminden itibaren 1924 yılında hastalığı nedeniyle ölümüne kadar" Anayasal Hükümdar" olarak kaldı
Bogdo Han Saray Müzesi 1954'te devlet müzesi şubesi oldu. 2000 yılından itibaren Bogdo Han Saray Müzesidir. Yazlık tapınak ve kışlık saraydan olarak kullanılmıştır.. Sarayın Koleksiyonunda, kraliçe DONDOGDULAM'a ait kraliyet giysileri ve hediyeler ile ünlü sanatçı ve zanaatkarlara ait Moğolistan’ın dini ve siyasi geçmişini simgeleyen dönemsel nesneler sergilenir. Sarayda gizli olarak belgesel çekimlerimizi sürdürerek, Moğolistan ın tarihinde önemli yeri olan bu saray bir anlamda budzminde temel taşı. Kral Budist dinini n manevi önderi kabil ediliyordu. Bugün müze olarak kullanılan saray en çok ziyaretçisi olan yerler arasında
Zaisan Memorial anıtını geziyoruz
Bakent ulanbaturdaki gezimiz devam ediyor. Ulanbatur şehrinin tarihi geçmişi fazla olmasa da bugün başkent olması dolayısıyla birçok tarihi olayın müzeler ve anıtlarda sergilendiği yer. Geçmişte, Hunlar Göktürkler Moğollar ve Uygur impatorlukları gibi bir çok impataroluğa ev sahipliği yapan Moğolistan’ın bugünkü durumu gerçekten üzücü. Uçsuz Bucaksız bu çoğrafyada sadece 3 milyon kişi yaşıyor. Cengiz han ve Metehan gibi bir çok imparator şetiştiren Moğolistan, son yüzyıllarda hep başkalarına asker olmuş ve başkaları için çarpışmış ve ölmüşler.
Şimdiki durağımız Zaisan Memorial anıtı oluyor. Bu anıt, Başkent Ulaanbatur'un güneyinde 2. Dünya savaşında ölen Sovyet askerleri arasında 40 bin Moğol askeri anısına yapılmıştı. Anıtın bulunduğu tepeye merdivenlerle çıkıyoruz. Anıta çıkarken ulanbatur şehri Tuz ırmağı âdete ayaklarımızın altında kalıyor. Anıtın hemen karşısında yeşil dağ yamacına yapılmış çok büyük bir Cengizhan resmi dikkatimizi çekiyor.
Anıt adete bir füze gibi göğe doğru yükselmiş. Bu anıt, Bir zamanlar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin lideri olan rusya halkı ile Moğolların dostluğunu simgeliyor.1921 yılında gerçekleşen Moğolistan'ın bağımsızlık ilanındaki Sovyet desteğini simgeler. 300 merdiven basamağı ile yorgun argın çıktığımız anıtın içinde 2. dünya savaşında Moğol askerlerinin öldürüldüğünü ve daha sonra 2. Dünya savaşının nasıl kazanıldığını temsil eden büyük resimler yer alıyor. Anıtın içerisindeki u resimleri çekerek ve Ademisyenlerin görüşlerini alarak, tarihe not düşüp zamana noterlik yapıyoruz. Anıttan ayrılıp, Orhun abidelerine gitmek üzere Başkent Ulanbaturdan ayrılırken son durağımız Moğolistan’ın en büyük BUDA HEYKELİ OLUYOR. Anıtın ve yeşil saray arasındaki buda heykeli adete sırtını dağlara yaslamış. Ulanbatur halkını kucaklamış şekilde duruyor.
Moğolistan Cumhurbaşkanı’nı sarayıda bu bölgede. Ulanbatur in bu bölgesi her bakımdan güzel bu bölgedeki Moğol çadırları ve lüks villa iç içe geçmiş zengin ile fakirin birlikte yaşadığını gösterirken, Moğolistan tarihindeki tezatlığında yansıtıyordu. Ulanbatur a, Tuz nehri üzerinden el sallayıp veda ederek, Ötükent’e ve Orhun’a doğru yola çıkıyoruz.
ULANBATUR’DAN ORHUN ABİDELİRİ VE ÖTÜKEN’E GİDİYORUZ
Artık, güneş tepemizde bozkırların ortasında tozlu topraklı yollarda ilerleyişimiz sürüyor. Bozkırların ve ıssız Moğol dağlarının sessizliğini sürülerini otlatan at sırtındaki çobanlar ile ayakta ata binen Moğol gençleri bozuyor. Bazende bizlere Kartal lar elik ediyor. Vakit bir hayli ilerledi. Mola vermek üzere, uzakan gördüğümüz ve Ulanbatur dan gördüğümüz unlü tuz ırmağı kenarına geliyoruz. Ana yoldan sapıp, ırmağın tam kenarına yaklaşarak mola veriyoruz.
Tuz ırmağı biraz bulanık aksada,yeşillikler içerisinde güzel manzara sunuyor. Tuz ırmağı kenarından abdestlerimizi alıp, öğle namazlarımızı kılıyoruz. Bizler tuz ırmağı kenarında öğle yemeğini sandeviçlerle giderirken, at sürüsünün ırmağın içerisine girerek, su içip serinlemeleri görünmeye değer. Tuz ırmağı kenarından ayrılma vakti. Yine tozlu topraklı İpek yolu güzergahı. Issız bozkırlarda saatler süren yolculuklardan sonra, bu kez bir çadır kampta mola vereceğiz. Çadırlar otel haline getirilmiş, Büyük bir çadır restaurant, yapılmış çadır restaurantta Moğollara özgü patatesli et çorbasını içip, salata ve etli pilav yiyerek, kendimize geliyoruz.
Moğollar Çadırlara GER diyorlar. Göçerlerin yaşadığı Gerler Bozkırlarda çok güzel görünüm sergiliyor. Dinlendiğimiz çadırların hemen karşısında Çinlerden kalma tarihi şehir ve kale kalıntılarının bulunduğu yere gidiyoruz. İpek yolu güzergahındaki bu kale ve tarihi kent yıkılmış, sadece taş duvarları bozkırın ortasında ayakta kalma mücadelesi veriyor. Tarihi şehir ve kaleyi dolaşırken, moğol çoçukları bizlere işlik ediyordu.
Orhun abilerine gitmek üzere vakit geçirmeden yola devam ediyoruz. Saatlerden süren yolculuktan sonra, nihayet asfalt yola geliyoruz. Bu yolun sonunda Gktürkler, Uygurlar ve Cengizhanimpatorluklarına başkentlik yapan Karakurum eşehri var. Ancak biz şehre gitmeden yoldan UGİNUR gölü yakınındaki çadır kamplarda konaklayacağız. Ancak, şöferlerimiz bir türlü kalacağımız Ger KAMPININ yolunu bulamıyyor.Güneş batmak üzere ıssız ve sessiz bozkırların içerisinde yolu kaysetmiş kervan gibi kala kalıyoruz.
Cep telefonları çekmiyor. Bir saat sonra yoldan geçmekte olan kamyonu durdurup, UGİNUR gölünün yolunu sorarak öğreniyoruz. Artık kalacağımız kampa gitmek üzere dağların arasından bozkırlardan UGİNUR gölüne geliyoruz. Kalacağımız kamp uzaktan görünüyor. Yemyeşil bozkırın ortasında masmavi göl, adeta bir serap gibi. Gölü yakından görene kadar buranın bir serap olduğunu sanıyoruz. Orhun ırmağının suyundan beslenen göl bize hoş geldin diyor.
Güneş kampın üzerinden yeni batmış. Güneşin buruk kızıllığı bölgeye hakim. Tesiste çalışanlar, bizlere hoş geldin derken, daha önce müslüman olduğumuzu öğrendikleri için selamun aleykum diyorlar. Çadırlarda ikişer kişikalacağız. Çadırlarımızın kapısı göl manzarasına açık.
Çadırlarda iki yatak, ortada soba bulunuyor. SAKİN ve sessiz bir ortam çadırlarımıza yerleşirken, bize kötü bir sürpriz bekliyor. Onlarda sivrisinekler. İlaçlanarak sivrisineklerden kendimizi koruyor. Tesisin göl manzaralı lokantasında akşam yemeklerimizi yerken, hilal şeklindeki ayın göle yansımasını doya doya seyrediyoruz. Elektrik olmadığı için jenaratörler çalışıyor. Kamera, telefon ve fotoğraf makinemizi şarj ederek, jenaratör kapanmadan uyku tulumlarımıza girerek derin bir uykuya dalıyoruz.
UGII NUUR GÖLÜ
Sabah erken uyanıp, bozkırların ve Ugıı Nuur gölünün temiz havasını çiğerlerimize dolduruyoruz. Gölün ve bozkırın sessizliğini kuş sesleri bozuyor. Göçerlerin çadırından çıkarak, bozkırlara giden küçük ve büyükbaş hayvan süreleri atlar, bozkırın sessizliğini bozuyor. Dağların arasındaki göl ve bozkırların manzarısı sanki kendimizi masal dünyasında hissediyoruz. Güneş dağların arasından yavaş yavaş doğuyor. Kahvaltımızı göle hakim restauranta yaparken, Ugıı Nuur gölünü doya doya seyrediyoruz
Ugii Nuur deniz seviyesinden 1337 metre yüksekte Arkhangai yöresinde bir göl. 25km kare alanı kapsıyor ve kanatlı hayvanların yaşadığı harika bir mekan. Kuğu ,beyaz balıkçıl, Dalmaçya Pelikanı sıklıkla görülmektedir. Nisan ayında göçmen kuşların rotası
Bölgede kısmen tarım yapılabilir. Buğday, patates ve bazı cins sebzeler yetiştirilebilir. Doğal florası nedeniyle çok fazla sayıda sinek de görülür. Eğer sinekten rahatsız olursanız vücudunuza kımız sürebilirsiniz.
MOĞOL GÖÇER ÇADIRLARI (GER )
Bizim çadır dediğimiz Moğolların GER dediği çadırlar, Yere daire şeklinde çakılan tahta çitlerin üzeri ilk önce keçe ile kaplanır. Çatı'yı yapmak üzere iki sırığın üzerine yuvarlak bir parça konur, kenar duvarlarını oluşturan çite bağlanan sopalar bu yuvarlağa kadar uzatılıp uçları bağlanır. Tavandaki yuvarlağın ortasından hem ısınmak hem de yemek pişirmek için kullanılan sobanın borusu geçer ve kapatılmaz.
Ger evrenin küçük kopyası hatta haritasıdır.Ger'in kubbesi gökkubbe anlamını taşır.Ger çadırları kışın inanılmaz derecede sıcak, yazın serin ve güçlü rüzgarlara karşı koruyucudur.Kolay ısıtılabildiği için kış konaklamasında daima Ger tercih edilir. Kolaylıkla monte edilir ve taşınabilir. 150 - 200 kilo çadırı sökmek en fazla 2 saati alır.
Çadırlarda giriş kapısı daima Güney yönündedir.Güney en az onurlu yerdir ve gençlerin yaşam alanı olarak ayrılmıştır. Batı erildir ve erkek tarafıdır. Kuzey bölümü en onurlu yerdir. Bu kısımda, aileye ait kutsal eşyalar ve dini imajlar yerleştirilmiştir.Yaşlılar ve diğer saygın kişiler kuzeyde oturur.Misafirlerde bu bölümde ağırlanır. Doğu tarafı kadınların bölgesidir. Mutfak eşyaları, yiyecekler, çocuklara ait beşik vs.ile mutfak gereçleri gibi dişil eşyalar doğu yönündedir.Soba gökkubbe'ye çıkış noktasında Ger'in tam ortadadır. Ger'in en kutsal yeridir.
Ger içindeki hareket, tepe deliğinden Güneşin içeri giriş yolu olarak takip edilebileceği üzere, gökyüzüne gösterilmesi gereken huşu ve saygıyı simgeleyen şekilde mutlaka saat yönündedir.
Ger, Amerikan yerlilerinin dört yöne ve evrene göre konumlandırdığı kutsal dairenin bir fiziksel temsilcisi olan şifa çemberine paralel olarak görülebilir.
ORHUN VADİSİNDEKİ KOŞONSAYDAM (DASHINCHILEN SOUM)A GİDİYORUZ
Hedefe yaklaşmak üzereyiz Ugıı Nuur gölünü arkamızda bırakarak Tuşi saydam bölgesi yani Orhun vadisine Göktürk abidelerinin bulunduğu Kültür tarihimizin muhteşem geçmişlerinin yazıldığı yere gidiyoruz. 1350 metre bulunduğumuz yerin yüksekliği biz 2400 metreye kadar yükseleceğiz. Orhon vadisinin bulunduğu yer yaklaşık 2100 metre yükseklikte. Tırmanışa geçiyoruz. Yol yok, taşların arasından güçlükle ilerliyoruz, rampa çok sert aracımız zorlanıyor. Niyahet bir düzlüğe çıkıyoruz. Son olarak araçtan inerek Ugıı NUUR gölünün manzarasını seyrediyoruz. Bizlere sülün, kartallar ve envayi çeşit çiçekler işlik ediyor.
Tekrar yollardayız. Güneş bir hayli yükselmiş, Hava parçalı bulutlu, hafif rüzgar esiyor. Ovalar ve vadileri düz giderek, Orhun vadisine geliyoruz ve vadii Göktürk anıtlarından Kültigin ve Bilge kaan’ın anıtlarının bulunduğu yer. Anıtların bulunduğu yere Türkiye Cumhuriyeti devleti kısa adı TİKA olan Türk İş Birliği ve Kalkınma aracılığı il büyük bir müze yapmış. Uzaktan müze ve anıtların bulunuduğu yeri seyrederken, kendimi yine zamanı mazide Türk tarihinin ihtişamlı geçmişinde buluyorum.
*Türkler tarih boyunca kendi kültürlerinden doğan iki alfabe kullandılar.
Bu vadi kültür tarihimizin manevi tapu senedi. 1300 yıl önce Göktürk devleti ilk türk kelimesini bu abidelere yazdılar. Devletlerin tarihinde yazılı belgelerin önemi çok büyük. Türk tarihinde de Göktürk imparatorluğu çok önemli. Kendi kültürümüze ait alfabeleri kısaca özetlemek gerekirse
1.Göktürk alfabesi (Orhun Abideleri ), 2. Uygur alfabesi. Tarihte ilk yazıı Türk anıtları (Bilge Kağan-Kültigan (Tonyukuk) adına dikilmiş olan Orhun (Göktürk) anıtlarıdır. İşte bu anıtların bulunduğu Orhun vadisindeki Tuşi saydamdayız. Vadi uçsuz buçaksız bir ova. Envai çeşit çiçek ve bitki bulunuyor. Orhun abidelerinde başka Türk tarihi için Kırgızlara ait yenisey meyer taşlarıda tarihimiz için önemlidir
Türkler 8.yy'dan sonra İslamyeti kabul etmeye başladılar.
İlk islamı kabul eden devlet Karahanlılar oldu. Fakat boylar halinde müslüman olan boylar ise Karahanlılan kuran Karluk-Yağma ve Çiğil boylarıdır.Türklerine müslüman olmasında en önemli etken Emevilerden kaçan İslam kültür ve medeniyetinin kültürlerine çok yakın olması olmuştur. lO.yy'dan sonra da Türkler İslam dünyasının koruyuculuğunu üstlendiler.
Anadolu, Balkanlar, Kafkasya, Hindistan, Batı Türkistan gibi sahalarda islamı yaydılar. Bati dan gelen tehlikelere karşı İslam dünyasını savundular. Yaptıkları müesseselerle de İslama hizmet ettiler.
İslam medeniyetine asırlarca hizmet eden Türklerin ihtişamlı geçmişi işte bulunduğumuz Orhun vadisende Orhun kitabelerinde yer alıyor. Orhun ırmağının doğduğu Hangay dağları ise, Kültür tarihimize ötüken ormanları olarak geçiyor. Bu çoğrafya Oğuz Kaan destanınında yazıldığı yerler. Büyük Hun imparatorluğuda bu çoğrafyada doğmuştur. Orhun Vadisindeki dağları,ovaları, çiçekleri ve yeşillikleri seyrederken, kendimi tarihin derinliklerinden alıp, bugüünlere getiriyor ve bugün Türk dünyasının perişan hali karşısında üzülüp kahroluyorum.
Tarih boyu 116 devlet ve 16 imparatorluk kuran türkler bugün paramparça. İç savalar düşmanlıklar ve kültürlerini tamamen kaybetmek üzereler. Orhun Abidesine giderken, Türkiyenin içinde bulunduğu durumuda acı acı düşünüp, kahroluyorum. Bağımsız tek türk devletini yok etmek ve parçalamak isteyenler ve onların Türkiye içindeki yerli iş birlikçileri Türkiye tam bir ihanet çemperi içerisindeyiz.
ORHUN VADİSİNİ UNESCO, DÜNYA KÜLTÜR MÜZESİ MİRASI LİSTESİNE ALDI.
Artık aracımız Orhu vadisinde ilerliyor. Hedefimiz Orhun müzesine gitmik. Türkiye devleti 6.5 milyon dolar harcayarak buraya müze yapıp, Kültigin ve Bilge Kaan anıtlarını burada konuma altına almış.
Orhun vadasinde, Türk tarihi ve Türk dili mirasının en eski yazıtları bu bölgededir. Birbirine yakın 2 önemli monolist vardır.
Eski Orhun Nehri yatağın boyunca iki parça antik kalıntı bölgesi vardır. Orhun vadisine yakın bir noktada yeni Orhun ırmağı nehrinini bulunduğu bölgede tarihi KaraBalgas şehir kalantıları, Uygur imparatorluğu başkentlik yapmıştı ve Moğol İmparatorluğunun en eski başkenti Karakorum ise, bu bölgededir. Orhun Vadisi Ötükent ırmaklarına kadar Hun İmparatorluğuna ait mezar kalıntılarına rastlanır.
Orhun Vadisi geçte olsa UNESCO, DÜNYA MİRASI listesine alması sevindirici. Bu vadide İlk anıt 685-731 yılları arasında yaşamış Kültigen anısına adanmıştır.Diğeri ise, erkek kardeşi Bilge Han'a adanmıştır. Türk kültürü, tarihi, gelenekleri, inançları, askeri faaliyetleri, sosyal hayat ilk kez bu yazıtlarda kayda alınmıştır. "TÜRK" tanımı ilk kez bu yazıtlarda görülmüştür.
Bu anıt yazıtlar sadece içerik açısından değil, aynı zamanda yazım teknikleri bakımından da çok önemlidir.
Türkiye son yıllarda buralara ilgi gösteriyor. Alman, Finlandiya,belçika, Rusya ve Çin arkeoloklar ve bilim adamları bu bölgeleri sürekli gezip araştırma yazıp, ilmi çalışmalar yapıyorlar.
ORHUN MÜZESİNDEYİZ
Nihayet,yılardan beri görme hayalimiz gerçek oluyor. Artık abidelerinin orjinal kitabelerini göreceğiz. 1300 yıl önce Bilge Kaan’ın birlik ve beraberlik olun nasihatının yazdığı Bilge Kaan anıtı ve Kültigin anıtına dokunabileceğim. Orhun müzesi içen Türkiye hiçbir fedakarlıktan kaçmamış, Çin ve Moğol mimarı sitili ile muhteşem bir müze binası yapmış. Müze binası ile Kültigin ve Bilgi Kaan anıtlarının bulunduğu yer arasında 500 metrelik mesafe var. Kitabeler buradan müzeye taşınarak, yeni koruma altına alınarak, asırlardan beri süren vefasızlığımız son bulmuş. Müzenin eçerisine giriyoruz.
Elimde kameram boynumda fotoğraf makinemle o muhteşem anıt ve abidelerin belgesel ve görüntülerini çekiyorum. Müzenin giriş kapasının tam karşısında gerçek anlamda bir abide. Yan yerleştirilen. Kültigin ve Bilge kaan anıtları hayalimizden de ihtişamlı. 1300 yıldan beri yazılar silinmemiş.Nihayet anıtın yanına varip dokunabiliyoruz yıllardan beri görme hayaliyle yanıp tutuştuğumuz anıtı okşayabiliyoruz.
Anıtın önünde ve çevresinde dolaşarak,hatıra fotoğrafları çekip, anıttaki yazıları kameramıza birbi r kaydediyoruz. Anıtın içinde de başka bal bal mezarları ve kitabeler var. Fakat müzenin bom boş olması ve hiç bir bilginin yazılı olarak yer almaması üzücü. Bu kadar büyük masrafla yapılan müze, Türk tarihi ile ilgili bir çok yazı görsel malzeme ses ve görüntü efekleriyle büyük hun imparatorluğu Göktürk İmparatorluğu Uygur impatorluğu,Oğuz Kaan destanı Orhon ırmağı ve Ötüken ormanları ile Uygur impartorluğnun başkenti Karablgas ve Göktürk imparotrluğuna başkentlik yapan karakurum şehri ile ilgili ayrıntılı bilgiler yer alabilirdi.
MÜZENİN bom boş olması sergi alanlarında hiç bir şeyin olmaması TİKA’nın çok büyük bir eksikliği . Türk İş Birliği ve Kalkınma Ajansı Tikanın bu tavrıı TİKA’nin Moğolistan bölge koordinatörü Erol Çetin’e bizzat kendisine aktararak eleştirilerimi sıraladım. Acaba TİKA buralara kimse gelmez,buralar çok uzak diyerek, MÜZE yi odu bittiyemi getirdi.
TİKA’nın kuruluş amacı çok güzel ancak, hem geçmişte hem bugün TİKA’yı yönetenler amacına uygun hizmet vermediklerine inanıyorum. TİKA başbakanlığın örtülü ödeneğinden bötçesini alıyor. TİKA’ya hesap soran yok. Hesapsız kitasız harcalamar, yapılan işlerin oldu bittiye getirilmesi üzücü. Cumhurbaşkanı ve Başbakanlığı geniş çaplı soruşturma ve araştırma yapmaya çağıroyurum. TİKA’nın daha başarılı olması için mutlaka ciddi şekilde denetlenmeli. Tıpkı BİZİM gibi olumlu eleştirilerde bulunmalı
TİKA Moğolistan bölge koordinatörü bizim eleştirilerimizi sadece yapılacak diyip geçiştirdi, ama biz bunun takipçisi olacağımızı bu satırlardan sizlerle paylaşmak istedim.
BİLGE KAĞAN’IN NASİHATI BUGÜNDE GEÇERLİLİĞİNİ KORUYOR
Bilge Kaan ve Kültigin anıtlarının bulunduğu müzeden ayrılırken bir kez daha hattırama 1300 yıl önce yazdığı nasihatı bir kez daha düşünerek, Bilge Kaan anıtının bulunduğu müzenin yakınındaki yere gidiyorum.
“Tahta oturduğumda, şuraya buraya dağılmış olan milletim ölüp biterek, yaya ve çıplak olarak geri geldi. Milletimin adı yok olmasın, töre yok olmasın diye gündüz oturmadım, gece uyumadım. Gözden yaş gelse önleyerek, gönülden çığlık gelse geri çevirerek düşündüm. İyice düşündüm. Milletimi kalkındırayım, besleyeyim diye; kuzeye, güneye ve doğuya oniki büyük sefer yaptım, savaştım. Ondan sonra, Tanrı bağışlasın, talihim ve kısmetim var olduğu için, Ötüken'i il tuttum. Açları doyurdum, çıplakları giydirdim. Yoksul milleti zengin kıldım. Az milleti çoğalttım. Artık kötülük yok. Ve Türk Kağanı mukaddes Ötüken Ormanında oturdukça ülkede sıkıntı olmayacak, töre yaşayacak.
Türk, Oğuz Beyleri, Milletim, işitin!
Üstte mavi çökmese, altta yağız yer delinmese senin ilini ve töreni kim bozabilir?
EY TÜRK
TİTRE VE KENDİNE DÖN!‘’
Elimde kamere ve fotoğraf makinemle müzeye 500 metre mesafedeki Bilge Kaan anıtının bulunduğu yere geliyorum. Burasıda kalın ve yüksek duvarlarla çevrilmiş. Çin Mimarisi ile yapılmış kapının girisinde Moğolca , İngilizce ve Türkçe kitabe yer alıyor. Türk bayrağı ve Tika amplemi sökülmüş, Anıt hakkında bilgiler yer alan yazıların türk bölümü silinmiş. Anıtın bulunduğu alana gidiyoruz. Temsili bir kopya anıt, birebir yapılarak burada sergileniyor. Mezarlar ve mezar kalıntıları yer alıyor. Bölgeyi gezip, buralarda görüntüler çekiyoruz.
Buraya yaklaşık 1km mesafedaki Kültigen anıtının bulunduğu alana gidiyoruz. Aynı şekilde burasıda tanzim edilmiş girişteki kitabeler anıtın bulunduğu yerde birebir kopyası yapılan kültigin anıtı yer alıyor. Buraları gezerek anıtların ve müzenin gönüllü bekçiliğini yapan, Müzenin yanı başındaki Müzenin yanı başındaki Moğol çadırına misafir oluyoruz. Bizi Moğl misafirperverliği ile karşılıyor. Kemeramızla içeris girip, Moğl çadırındaki yerleşik düzenin görüntülerini çekerken, bizlere ikram edilen yoğur ve kaymağı afiyetle yiyoruz.
Hemen belirtelim. Milyonlarca büyük veküçük başhavyvanın bilindiği moğulistanda Peynir yoğurt ve süte hasret kaldık. Her nedense Moğollar, peynir ve yoğurdu farklı şekilde değerlenriyor. Sadece Orhun abidelirin bulunduğu bu yoğurt ve sütü tatmış olduk.
ORHUN ABİDELERİNE VEDA EDERKEN
Zamanın nasıl geçtiğini bilemiyorum. Kendimizi Orhun vadisi ve Göktürk kitabelerine kaptırmıştık. Vakit hızla geçti ve veda vakti geldi çatıt. Orhun abidelerine veda ederken, tarihimizin şanlı sayfaları zaman tüneline girmişcesine bir daha gözümün önüne geldi. Türk tarihinin ihtişamlı geçmişİ Orhun vadisinde sanki yeniden dile geliyordu ve Orhun abidelerine veda ederken bu bölgeler kendi haliyle bize çok şeyler söylüyordu.Buralarda neler yaşanmıştı neler.
O günlerde bir destan yazılmıştı. Kitaplara değil çocukların belleklerine, gelecek nesillerin kalplerine. İsimleri vardı. Tarih onları silinmeyen bir kalemle yazdı. Çeliğe su verdiler. Atları kıvılcım saçıyordu. Kısraklarında nakışlı eğerleri, yol tuttular. İz sürüp yurtlandılar. Başta Oğuz kağandı adları. Güneşi sırtlanıp yürüdüler. Birlik oldular, dirlik oldular.
Ve seslendi Bilge Kağan: "Sözlerimi iyice işitin. Önce siz kardeşlerim, oğullarım, birleşik boyum. Beylerde gün doğusuna, güneyde gün ortasına, geride gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar halkım. Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kültegin'le ölesiye çalıştım, çabaladım. Hakkı, ateş ve su gibi birbirine düşman etmedim.Çıplak halkı giyimli kıldım. Fakir halkı zengin kıldım. Türk milletini düşmansız kıldım. Ey Türk milleti işit. Üstteki mavi gök çökmedikçe, alttaki yağız yer delinmedikçe senin devletini ve yasalarını kim bozabilir?"
*İlk kez Türk Adı bu vadide devlet ismi olarak bu vadide yazılmıştı.
Türk adını ilk kez devletin resmi adı olarak benimseyen Göktürkler, tarih sahnesine çıktı. İki yüz yıldan fazla bir süre egemenliklerini sürdürdüler. Sınırları doğuda Kore, batıda Hazar Denizi'ne kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayıldılar. Çok hızlı hareket edebilen süvariler, Göktürkleri zaferden zafere koşturdu. Göktürklerle ilk defa millet olma bilinci yerleşti. Kültür ve medeniyette yüksek bir düzeye ulaştılar. Göktürkler, Orhun abidelerini diktiler. Bilgelikle yönettiler devleti. Türk milleti bahtiyar oldu. Bütün Türk devletlerinde olduğu gibi ne zaman ki bilgisiz, tecrübesiz kağanlar tahta oturdu, onların kötü idaresi ve dış güçlerin hileleri yüzünden zengin ülkelerini yitirdiler. Cihanı tutan güçlerini kaybettiler.
Biz kendimize tarihin akışına o kadar kaptırmışız ki birden rehberimiz Orhon ırmağını görmeye gidiyoruz diyerek asfalt yoldan bizi bozkırlara yöneltti. Heyecanlanmıştım. Evet, Orhun ırmağını görecektim. Bir düzlükte durduk. Sarı çiçekler, mor yaban laleleri kekik otlarının arzu endam ettiği bu ovada fazla büyük olmayan ama kıvrım kıvrım ve nazlı nazlı akan küçük bir ırmağın kenarına geldik. İşte burası eski Orhun ırmağı dedi rehberimiz. Şaşırmıştım. Ben Orhun ırmağını daha büyük, daha geniş, daha canlı daha heyecanlı bekliyordum. Fakat tam tersi Orhun burası olmasa gerek diyordum. Rehberimiz uyardı. Gerçek Orhun yani yeni Orhun ırmağı biraz daha ilerde Karakurum şehrinin hemen yanı başında
Ötüken ormanlarından doğarak, Moğolistan içerisinde 1400 km yol katettikten sonra Rusya sınırlarında Baykal ırmağına dökülen nehir. Burası eski orhun ırmağının küçük bir kolu olan eski Orhun deyince içim rahatladı. Benim hayalimdeki Orhon ırmağını daha sonra görecektim. Ama bu Orhun ırmağının bu küçük koluda bize çok şeyler söylüyordu. Geçmişte çok daha geniş vadi ve sulu akan bu ırmak ekolojik dengenin ve iklimlerin değişmesi ile azalıyormuş. Burada kuşların ördeklerin, büyük ve küçükbaş hayvan sürülerinin, atların görüntülerini çekiyor. Eski Orhun vadisinde tarihe ve zamana not düşmeye devam ediyoruz
Yeniden yola koyulup, Türkiye Cumhuriyeti tarafından yapılan asfalt yoldan geçerek, Karakurum şehrine gidiyoruz. Karakurum şehri ile Orhun abidelerinin bulunduğu alan 50 km buraya. Türkiye Cumhuriyeti devleti çok güzel bir asfat yol yapmış. Asfalt yoldan geçerken, geçmişteki Türk atalarımız sanki bize eşlik ediyordu. Orhun ırmağı vadisindeki Karakurum şehri uzaktan bir tablo gibi bize hoş geldin dercesine kuçağını açmış bekliyordu. Dağların eteğinde ırmağın kenarında yemyeşil düz bir alanda kurulan karakurum şehri Göktürk, Uygur ve Moğol İmpatorluklarına başkentlik yapmıştı. İpek yolunun da birleşme noktasıydı.
Bugün O ihtişamlı impatorluk şehrinden geriye sadece 7 bin nüfuslu kasaba kalmış. Karakurum ile Ulanbatur arası yaklaşık 400 km. Sağlıklı yol olmadığı için 8-10 saatlik karayolu ile gelinebiliyor. Ancak uçaklarla da buraya gelinebiliyor. Burası çok uzak olduğu için ve uçakta çok pahalı olduğu için Moğolistan’a gelen bir çok Türk Orhun Abidelerini ve müzelerini görmeden Türkiye’ye dönüyorlar. Karakurum şehrinin hemen yanı başında Ötüken ormanlarından doğan Orhun nehrinin kenarındaki çadır tesislere geliyoruz. Cuma namazının vakti geçmek üzere, hızlı bir şekilde Cuma namazına hazırlık yapıp, ezan okuyarak Cuma namazımızı Orhon ırmağı kenarında kılıyoruz.
Orhon ırmağı kenarında Karakurum şehri yıkıldıktan 800 yıl sonra belki ilk kez ezan okunuyor. Orhon ırmağı kenarından ki ezan sesi Orhon vadisi, Ötüken ormanları ve Hangay dağlarında yankı buluyordu. Orhon ırmağı, Ötüken ormaları olarak bildiğimiz Karkurum şehrine 10 km uzaklıktaki Altay dağları silsilesi içindeki Hangay dağından doğarak, Selenge ırmağı ile birleeşip 1124 km yol yaptıktan sonra Baykal gölüne dökülüyor. Türk tarihinin kilometre çizgisi olan Orhon abidelerine ev sahipliği yapan Orhon ırmağı kenarında adeta çocuklar gibi şen olup ihtişamlı Türk tarihini düşünüyoruz.
Cuma namazından sonra Türk İslam dünyasının huzur ve barışı, birlik ve berberliği için tekbirler getirip, kurban keserek dua ediyoruz. Vadinin içerisinde yemyeşil ovada kurulu çadır kampımıza yerşleşiyoruz. çağlayarak akan orhun ırmağının sesi ile tam bir lüks otel konforunda çadıra yerleşi yerleşmez, kararan havaya aldırış etmeden, kendimi orhun ırmağının kenarına atıyorum. Karlı dağlardan doğarak gelen Orhun ırmağı Orhun ırmağı Köpük köpük akıyor, taş alıp, ırmağa doğru atarken, asırlar önce bu ırmak kenarındaki çoçukları ve ihşamlı tarihi düşünüyordum.
Irmağın kenarından ayrılmak istemiyorum ama günün farklı duygular içerisindeçadırıa dönerek, orhun ırmağının adeta ninni gibi gelen sesini dinlerek kendimi uykunun kollarına atıyorum.
Göktürk ve Moğol İmparatorluklarının Başkenti Karakurum’dayız
Bugün 18 Mayıs 2010. Göktürkler, Moğollar ve Uygur Türk İmparatorluğuna başkentlik yapmış tarihi Karakurum şehri üzerine güneş yeni doğarken, Orhon ırmağının çağlayarak akan sesi bizi uykumuzun uyandırıyor.
Güneş bütün kızıllığını altın sarısıyla çadırlarımıza, Orhon vadisi ve Karakurum şehri üzerine serperken, kuş sesi ve bülbül sesleri ile güneşin muhteşem manzarasını Karakurum şehrinde belgesel görüntüleri çektik. Kahvaltımızı Orhon ırmağı nehri kenarında yaptıktan sonra, önce tarihi Karakurum şehrini tepeden seyretmek üzere dağlara tırmandık. İmparatoluklar şehrinden eser kalmamış. Şimdi küçücük bir kasaba. Tipik evleri ile güzel bir görünüm arz ediyor. Tarihi Karakurum şehrinden geriye kalan Erdenazu Budist tapınağı.Burası çok geniş bir alan. Bu tapınak bile Karakurum şehrinin ihtişamını yansıtmaya yetiyor.
Çin ve Tibet kültür karışımı Budizm inancını yansıtan bu tapınak bir mabetten çok tipik görüntüsüyle adeta bir kale gibi. Tapınak tepeden bir tablo gibi Karakurum ovalarını süslüyor. Budist tapınağının içerinde birçok tapınak var. Tapınağın içerisine özel izin alarak çekim yapıyoruz. Ancak tapınağın giriş kapısından sonra bizi bir sürpriz bekliyordu. 800 yıl önce Moğol imparartorluğu dönemimden kalma Karakurum’da ki 17 camiden birine ait muhteşem bir taş kitabe adeta bize hoş geldin dercesine bizi karşılıyor. Kitabenin bir camiiye ait olduğunu söyleyen bir rehber, Karakurum’dan 17 ayrı etnik millet ile birçok dinin rahatça ve özgürce hayatını sürdürdüğünden söz ediyordu.
Karakurum camisinden kalan bu kitabe Orhon vadisinde ki İslam medeniyetinden bir tapu senedi gibi dimdik ayakta duruyor. Kitabeyi elimizle okşuyor, 800 yıl önce Karakurum’un ihtaşımını düşünüyordum. Tarihi Karakurum şehrinin bulunduğu şehir ipekyolununda bulunduğu önemli bir kavşak noktasıydı. Bulunduğumuz Budist tapınağı Endenezu tarihi karakurum şehrinden ayakta kalan tek eser. Camiiler dahil bütün karakrum şehri yıkılmış. Şehir harabelerinin bulunduğu yere Erdenezu müzesini gezdikten sonra gideceğiz.
ERDENEZUU MÜZESİNİ GEZİYORUZ
Budist tapınağı Erdenzuu müzei etrafı “tanrının evi” anlamına gelen kare planlı ve sivri surlarla çevrilmiş. Çok eski binalar bulunuyor. Budist tapınağını atesit Moğol rehber eşliğinde geziyoruz. Dev buda heykelleri, budanın yardımcıları, şeytan figuru, Budizm dinini sembolize eden resimler var. Budizm milattan önce 1500 yıllarında Tibet’te ortaya çıkan 90 yaşında ölen Buda’dan alıyor. Budizm’de cennet ve cehennem inancıda var.
108 Tanrı’ya inanılıyor. Şeytan figürünün Budizm’de de olduğu ve şeytanı kadın kılığına giren bir meleğin öldürdüğüne inanılıyor. Bu müzede çok sayıda manastırlar ve ibadethaneler olduğu söyleniyor. Bu yerlerin birçok yerini gezip figürlerin, heykellerin ve aletlerin görüntülerini çekiyoruz. Erdene Zuu, 13.yy. da Büyük Moğol İmparatoru Cengiz Han’ın geliştiği Karakurum bölgesinde, yapımından sonra sosyal ve siyasi nedenlerle defalarca dağıtılan ve kapatılan fakat günümüzde halen yaşayan ilk ve en büyük Budist Manastırıdır. Manastır UNESCO DÜNYA MİRASI listesine alınmıştır.
Bu manastır 1585'te Moğolistan'da Tibet tarzı Budizm’in tanıtımında ABTAİ SAİN HAN tarafından yapılmış. Buda inancına göre Tanrı’nın evi olarak adlandırılan 102 kuleli duvar ile çevrili olup,1680'de de yıkılmış fakat 18.y.y.da yeniden yapılmıştır.Erdeneuu müzesinin içinde 52 Budist tapınağı bulunuyor. Bu tapınakları tek tek gezip, belgesel çekiyoruz. Bizim dışımızda birçok Avrupa ülkesinden Çin ve Koreden turistler var. Türkiye’den çok az turist geliyor. Moğolistan’ı yılda 100 bin turistin ziyaret ettiğini öğreniyoruz.
* KOMİNİST LİDER BUDİST RAHİPLERİ ÖLDÜRDÜ.
Moğolistan 1920’li yıllarda Komünist Rusya blokunda yer almıştı. 1939'da Moğol Komünist lider KHORLOGİİN CHOİBALSAN tarafından Budist tapınağı tekrar yıkılmış ve yüz kadar manastırda 10 binden fazla Budist rahip öldürülmüştü. Budist rahiplerin öldürülmesine Stalin karşı çıkarak rahiplerin katliamını önlediğini de öğreniyoruz. Turistlerin büyük ilgi gösterdiği bu tapınakta ki üç küçük tapınak ve kuleli dış duvarlar 1947'de müzeye dönüştürülmüştür. Manastırın bu bölümlerinin Stalin'in baskısıyla Stalin ile Başkan yardımcısı HENRY A.VVALLACE "in 1944'teki Moğolistan delegasyonuna bağlı olarak dağıtılmadığı araştırmacılar tarafından kabul edilmektedir. Stalin’in Budistlere gösterdiği bu hoşgörü rehberimiz tarafından ilgi ile anlatılıyordu.
Karakurumda’ki Budist tapınağından başka Moğolistan’da tek faal manastır başkent Ulaanbaatar'daki GANDANTEGCHİLEN KHİİD manastırıdır. Bu manastırıda da zorda olsa çekimler yapıyoruz. Başkent Ulanbatur’un en görkemli binası olan Budist tapınağında ki Buda heykeli adeta yerden semaya doğru yükselmiş durumda. Tayland’ta ki oturan ve yatan Buda heykellerine inat Ulanbatur’ da ki Budist tapınağında ki Buda heykeli adeta dünyaya hakim olma edasıyla fırlamış gibi. Bu tapınağın içinde ve çevresinde belgesel çekimleri yaparak tarihe not düşüyoruz.
Gezip dolaştığımız zaman zaman da Budist rahiplerle de belgesel görüntüler çektiğimiz Karakurum’ da ki Erdenezuu Budist tapmağı, Komünizm süresince müze olarak kullanılmasına izin verilmiş olmasına rağmen 1990'da komünizmin yıkılmasıyla küçük faaliyetleri olmuştur. Günümüzde aktif manastır ve müze olarak hizmete açılmıştır. Tapınağın içerisinde Budist rahipler, turistler, yerel kıyafetle Moğol tarihini canlandıran insanlarla hatıra fotoğraf çektiriyoruz.
Tapınaktaki belgesel çekimlerimizi tamamlayarak tapınağın dışında kartallarla poz verip, çekim yapıyoruz. Ardından Orhon ırmağı kenarında atlara binip, Orhon vadisinde sembolik olarak atalarımızın at sırtında ki hayatlarını da yaşamış oluyoruz.
TARİHİ KARAKURUM ŞEHRİNDE BELGESEL ÇEKİYORUZ.
Tarihi Karakurum şehrini gezmeye devam ediyoruz. Bir zamanlar imparatorluklara başkentlik yapan Karakurum’dan hiçbir eser kalmamış her yer dümdüz ovalar haline gelmiş. Alman ve diğer arkeologlar tarafından kazılar yapılmış. Bu muhteşem imparatorluk şehrinin ihtişamlı geçmişini başkent Ulanbaturda ki Moğol tarih müzesinde ki makette görmüştük. Bu şehrin maketi bile hoştu. Makette iki Camii minaresi ile birlikte çok net gözükürken, daha sonra yaptığımız araştırma da Moğol İmparatoru Cengiz Han döneminde 17 camii ve mescidin olduğunu öğrendik.
Bu muhteşem şehirden sadece Budistlere ait Erdenezuu müzesi ile şamanlara ait Şaman tapınağı bulunuyor. Şehrin yıkılıp yakıldığını kiremitlerin demir ve simsiyah taş haline geldiğinden anlıyoruz. Bu tarihi şehirde sadece stursitlere satış yaan birkaç tezgah ve Moğol çadırından başka hiç bir şey yok. Tarihi karakurum şehrinin bulunduğu belgesel görüntüler çekerken bu şehrin ihtişamlı geçmişini gözümüzün önünde canlandırmaya çalışıyoruz.
Tarihi Karakurum şehri Orhun vadisi Hiung-nu, Göktürk ve Uygur imparatorluklarına beşiklik etmişti. Göktürkler, Hangay Dağları yakınlarındaki Ötüken diyarına yerleşmişti, Uygur Türk İmparatorluğu ise Karakurum şehrine 50 km mesafede Orhon ovalarından kurulu Karabalgasun'u başkent yapmışlardı.Ancak daha sonra Uygurlar, ülkenin merkezini Karakurum'a taşımışlardı. Karakurum bölgesi, Moğolistan'ın en eski tarım alanı olup, halen Moğolistan’da buğday ekimi yapılan olma özelliğine sahip. Seralar ve sulama kanalları ile sulu tarım yapılıyor.
Karakurum, bir süre Harzemşahlar'a merkez olmuştu.1218/19 yıllarında Cengiz Han Karakurum’u geçirdikten sonra Moğol Devleti 1220'de yeni bir başkent oluşturma isteğiyle Karakurum’u yeniden yapılandırmaya başlarlar. 1235 yılına kadar, Karakurum küçük bir kentti,Cengiz'den sonra Moğolların başına geçen Oktay Kağan'ın Çinlilere yenilmesinden sonra kentin çevresine surlar dikilmeye başlanmıştı.
Oktay ve varisleri döneminde, Karakurum Ön Asya ve Orta Asya'nın önemli siyasi merkezlerinden oldu.
*Karakurum hoşgörünün merkezi
Bir Flemenk-Fransız misyoner ve Papalık elçisi olarak 1254'te Karakurum'a ulaşan Rubruck'lu William’a tespitine göre; Karakurum kozmopolit bir kentti. Bir çok inanç vardı ve hepsine saygı duyuluyordu. Kent surlarla çevriliydi ve dört kapının dört yönetim merkeziyle yönetiliyordu, kentte iki kışla vardı. Dini açıdan kentte Paganlar, Mani dini'ne inananlar ve İslam'ı kabul edenler çoğunluktaydı. Şehirde iki cami ve Nesturi kilise olduğundan söz eder.”
1260'ta cengiz Han’ın oğlu Kubilay Han Moğol hanedanında kendini Moğol Hanı olarak duyurarak, başkenti Şangdu'ya taşır. Daha sonra ise başkent zamanın söyleyişi ile Hanbalık bugünkü adıyla Pekin oldu. Karakurum Avar hükümdarının 1271'de Çin'e girmesiyle yönetici kent özelliğini büyük ölçüde yitirdi. 1260'da, Kubilay Han kentin tüm tahıl ihtiyacını engelledi ve 1277'de Kaydu Han Karakurum'u işgal etti, Ancak, 14. yüzyılın ilk yarısında kent yeniden bir canlanma dönemine girdi. 1299'da kent doğuya doğru büyütüldü. 1311'de ve daha sonra 1342-1346 yılları arasında Budist ibadethaneleri onarıldı.
1368'de Yuan Hanedanlığı'nın yıkılmasıyla birlikte Biliktü Kağan Karakurum'a yerleşti. 1388'de, Ming Hanedanlığı'ndan kamutan Hu Da şehre girip, Karakurum'u yağmaladı. Saghang Sechen, Erdeni-yin Tobči'de kentin 1415'te yeniden yapılandırılması için Kurultay'dan yetki alındığını iddia etti, ancak arkeolojik veriler bu iddiayı kanıtlayacak bulgulara ulaşamadı. Bununla birlikte, 16. yüzyılda Dayan Han kenti birkez daha başkent yaptı. Çeşitli zamanlarda kent Börçigin ve Oyrat kavimleri arasında el değiştirdi.
1585'te Abatay Han kent yakınlarında Halhalar için bir Tibet Budizmi merkezi olan Erdene Zuu Manastırı'nı inşa etti. Bu inşaat yapılırken çeşitli malzemeler kullanıldı.
Karakurum'un gerçek konumu uzun itilaflara neden oldu. İlk ipuculardan Erdene Zuu'nun Karakurum'da olduğu 18. yüzyılda zaten biliniyordu. Ancak 20. yüzyıla kadar buranın Karabalgasun veya Ordu-Balık olabileceği düşünülüyordu. 1889'da, Nikolai Yadrintsev'in eski Moğol başkentini bulmak için yaptığı araştırmalar, Türk tarihinin ilk Türkçe yazılı belgeleri sayılan Orhun Yazıtları'nın bulunmasını sağladı. Yadrintsev'in yaptığı araştırmalardaki görüşleri Wilhelm Radloff tarafından da desteklendi.
Günümüzde de tarihi Karakurum şehri için girişimlerde bulunulmuştur. Başbakan Tsakhiagiin Elbegdorj 2004 yılında eski başkent Karakurum yerinde yeni bir şehir inşa etmek için bir proje geliştirmeye karar verdi. Uzmanlardan oluşan bir çalışma grubu atadı. Ona göre, yeni Karakurum örnek ve Moğolistan'ın başkenti olma vizyonuyla biçimlenecek bir tasarım olacaktı. Ancak Elbegdorj'un istifası ve Miyeegombiin Enkhbold'un başbakan olmasıyla birlikte tasarı rafa kaldırıldı.
Evet tarihi Karakurum şehri ile ilgili anlatılıp söylenecek çok şey var. Ancak Karakurum Türk tarihinin önemli kilometre taşı ve Orhun abidelerinin bulunduğu bölge. Karakurum ile ilgili Türkiye’de yeterli ilmi çalışmaların bulunmayışı büyük bir eksiklik.
*ORHON IRMAĞININ DOĞDUĞU YERE GİDİYORUZ
Karakurum şehri tarihimiz için önemli. Bölgede ki gezimizin şimdi ki durağı Orhon ırmağının doğduğu Orhon vadisi ve Hangay dağları. 4x4 bir jiple Orhon ırmağının doğduğu bölgeye yolculuğa çıkıyoruz. Önce Karakurum şehrine hakim Şaman ve Budist mabedlerinin yanı başında Karakurum’da imparatorluk kuran Hunlar’dan Göktürkler’e Moğollardan Uygurlara bölgenin tarihini anlatan büyük bir anıtın bulunduğu tepeye çıkıyoruz.
Bu tepeden hem Karakurum şehri ve hem de Orhon ırmağının vadisi muhteşem gözüküyor. Karakurum ve Orhon vdisini doya doya seyrettikten sonra vadiye doğru yolculuğa çıkıyoruz. Orhon ırmağı bize geliyor, biz Orhon ırmağına doğru koşuyoruz. Zaman zaman aracımızdan inerek Orhon ırmağından elimizi yüzümüzü yıkayarak serinliyoruz. Orhon ırmağı nazlı nazlı akıyor. Orhon ırmağının kenarında birçok yaban hayvanına rastlıyoruz.
Kartal’ın ördek yavrularına saldırması, küçücük ördek yavrularının Kartallardan kurtulmasının ölüm kalım mücadelelerinin belgesel görüntülerini çekiyoruz. Erkek ve ana ördeğin yavrularına nasılda kol kanat gerdiğinde şahitlik yapıyoruz. Orhon vadisnde ki yaşanan mücadele bu coğrafyada geçmişten bugüne yaşanan insanlık tarihinden hiç de farkı yok. Büyük ve kğçükbaş ayvan sürüleri göçer çadırları, ötüken yaylarına çıkan Moğolların oluşturduğu manzaralar görülmeye değer.
Karakurum bölgesi denizden 2414 metre yüksekliktedir. Bölgenin en yüksek noktası 3539 metre, en düşük 1290 metredir, %70'i el değmemiş boş alandır. Bölge dağ keçileri, kar leoparları, yaban ayıları ve tilkilerin yaşam alanıdır. Tarihi kalıntıları en zengin bölge Karakurum bölgesidir. İlk taş devrinden kalan eserler ile Orhun yazıtları, Bilge Kağan ve Kültigin Anıtlarını bu bölgenin en zengin tarihi mekanları. Bu tarihi kalıntılar bölgenin ekonomik aktivitelerini de yönlendirmekte.
Karakurum UNESCO tarafından, saygıdeğer bir asaletle ve tabiatla uyumlu yaşamlarını asırlardır devam ettiren istikrarlı ve güçlü göçebe kültürünün liderliğinde gelişen ticaret ağı, yönetim, pazarlama,askeri ve dini merkez'" tanımlarıyla DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ' ne alınmıştır. Karakurum 140 yıl boyunca "İpek Yolu" üzerinde duraklama noktası olmuştur.
Orhun nehri Arkhangai yöresinde Khangai Dağlarından çıkarak, Rusyada Baykal Gölü ne karışan Selenge Nehrine dökülmeden 1124 km kuzeye doğru yükselir.Orhun nehri ülkenin en uzun nehridir. Önemli iki ana kola ayrılır. Bunlar Tuul Nehri ve Tamir nehridir.
Orhon nehri yatağı boyunca iki önemli antik kent insanlık tarihi ile birlikte Türk ve Moğol tarihi için çok önemlidir. KaraBalgas, Uygur imparatorluğuna başkentlik yaparken, Moğol İmparatorluğunun en eski başkenti Karakorum Orhon bölgesindedir. Orhon vadisi boyunca Hun İmparatorluğuna ait mezar kalıntılarına rastlanır.Orhon ırmağında ki 20 metreden dökülen 10 metre genişliğinde şelale görülmeye değer güzellikedir.
GÖKTÜRK İMPARATORLUĞU BU COĞRAFYA DA KURULMUŞTU
Göktürkler veya Kök-Türkler Orta Asya ve Çin'de yaşamış Türk toplumu. Göktürkler inanç ve düşünce yapılarına göre Göktanrı (Tanrı veya Tengri) tarafından devlet kurma görevinin kendilerine verildiğine inanır ve bu doğrultuda hareket ederlerdi. Bu yüzden kendilerini Göktürk olarak tanımlamışlardır. Türk adı ilk kez Göktürkler dönemine ait Orhun Yazıtları'nda geçmektedir.
Orta Asya’da Karakurum yakınında Ötüken kentiydi. Devlet başkanlarına «kağan», hakan soyundan olanlara "tigin" derlerdi. Devletin kuruluşunda kağan,
Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan, Çin'in bir kısmı (Doğu Türkistan), Rusya ve Pakistan'ın bir kısmından oluşan bölge ve bölgeyi tanımlamak için kullanılan coğrafi terim.
Orhon bölgesi ve Ötüken diyarında gezimiz tüm hızıyla devam ederken heycalanıyoruz. Bu coğrafya Götürk imparatorluğunun kurulduğu yerler. Belki ilk kez bu coğrafya da belgesle çekilip araştırma yapılıyor. Göktürk imparatorluğunun kurulduğu coğrafya da araştırma yapıp belgesle çekmek bize heyecan veriyor. Göktürkler, saltanatı Avarların elinden alarak devletlerini kurmuşlardı. Bu iki kağan ve onların oğulları zamanında Göktürkler, doğuda Kingan Dağları’ndan batıda Demirkapı’ya kadar bütün Orta Asya’ya egemen oldular. İran Sasani hükümdarı Hüsrev Nuşirevan ile anlaşarak Çin ipek ticaret yollarım ellerine geçirdiler. Türk egemenliğinin batıda yayılmasında ve Batı Türkistan Türkmenleşmesinde önemli rol oynadılar.
VII. yüzyılın ilk çeyreğinde bir durgunluk geçiren Göktürkler, Kutluğ İlteriş Kağan zamanında yeniden canlılık gösterdiler. Ama bu sırada doğudaki Çin tehlikesine, batıdan gelen ve Sasani egemenliğine son veren bir de Arap tehlikesi eklendi.
VIII. yüzyılın başlarında, 706’da Kapağan Kağan komuta ettiği Türk ordusu Çinlileri yenerek Türk devletinin durumunu düzeltirken, batıda Kültigin Kağan ordusuyla Buhara yakınlarına kadar ilerledi (707). Böylece Türkler batıda Araplarla karşı karşıya" geldiler.
Kapağan Kağan 716’da ölünce oğullarıyla yeğenleri Bilge ve Kültigin arasında iktidar mücadelesi başladı. Yeğenler bu savaşı kazandılar ama, ayrılıkçı İstemi Kağan Göktürk Devleti hükümdarı. Göktürk Devletinin (552-745) kurucusu olan Bumin (Bumın) Kağan’ın kardeşidir. Bumin Kağan (552-553), Avarlara isyân ettiğinde İstemi, on boyun başında olarak ona yardım etti. Göktürk Devleti kurulunca Bumin, Doğu Göktürk Hakanı, İstemi de Batı Göktürk Yabgusu oldu. Bum in’in 553 yılında ölümüyle İstemi Büyük Göktürk Kağanı seçildi. 576 tarihinde ölümüne kadar kağanlık yaptı.
Bumin ülkenin doğu kesimini yönetiyordu. Batı kesiminde ise kardeşi İstemi Kağan vardı, ama geleneğe göre o, doğu kağanına bağlıydı.
Türk boyları ve Çinlilerle uzun uzun uğraşmak zorunda kaldılar. Kültigin 731’de, ağabeyi Bilge Kağan ise 734’te öldüler. Geniş bölgeyi elde tutmak iyice güçleşti. Arap baskısına doğuda Moğol baskısı eklenince iç ayrılıkların da etkisiyle Göktürk Devleti 745 yılında son bulmuş ama geride muhteşem izler bırakmıştı. Ne acıdır bu izleri bugüne kadar yeteri derecede araştırılmadığı için Türkiye üniversitelerinde Göktürk devleti ile ilgili ne bir araştırma enstitüsü ne de bir kürsü bulunmamaktadır. Bu yazımız ve belgesellerimiz Türk üniversitelerini harekete geçirir, araştırma merkezleri ve enstitüler kurulmasına vesile oluruz.
*UYGUR İMPARATORLUĞUNUN BAŞKENTİ KARABALGASA GİDİYORUZ
Orhon vadisi ve Ötüken diyarında ki gezimizin şimdi ki durağı, Orhon ırmağının yakınında yemyeşil dağ eteği yamacında DURVULCUN uygur annıt mezarı. Bu anıt mezardan çok önemli bulgular ortaya çıkmış. Çin ve Moğol üniversiteleri tarafınan bu bölge de bilimsel kazılar yapılıyor. Kazı alanının bulunduğu yerde çekimler yapıyoruz. Bölge çok geniş bir alanı kapsıyor. Henüz araştırma ve açıklamalar yapılmamış. Bu bölge de çekimler yapıp yetkililerden bilgiler aldıktan sonra, Orhon ovasında kurulmuş, uygur imparatorluğuna başkentlik yapmış, tarihi Karabalgas şehrine yöneliyoruz.
Şehrin kalıntıları ve surları uzaktan saray gibi gözküküyor. Arapça şehirli anlamına gelen medeniyetin karşılığı olan Türkçe Uygar sözlüğüne adını veren Uygur Türklerinin başkaneti Karabalgas’a yaklaştıkça heyecanımız artıyor. Surların büyüklüğü ve yüksekliği şehrin önemini gösteriyor. Surun üstüne çıkarak ilim, kültür ve medeniyete beşiklik etmiş Karabalgas’ın harabe ve erişan hali karşısında üzülüyorum. İhtişamlı Karabalgas şehrinde geriye sadece harabe şehir ve sur kalıntıları kalmış. Surlar etrafı ve şehir içinde araçla dolaşarak çekim yapıyor, karabalgas şehrine el sallayıp veda ederken Karabalgas’ın uygur Türk tarihinde ki ihtişamlı geçmişini düşünüyorum.
745-840 yılları arasında Orhun ve Selenge Vadileri’nin yerli kavimleri olan Uygur Türkleri üçüncü büyük Türk devletini kurarlar. Başkentleri ise Karab algasun’du. Fuad Köprülü Uygurların; İskit, İrani, ve Türk unsurlarında mürekkep, fakat Türkleşmiş bir ırkı karışım olduğunu, sekizinci yüzyılın ortalarına kadar Buda dinine mensup olup bundan sonra Hıristiyanlık, Zerdüstlük ve Gnostisizmin bağdaşmasından doğan Manihaizm dinini kabul ettiklerini ve dokunzuncu yüzyılda Kırgızlar tarafından yıkıldıklarını dile getirir.
Uygurlar minyatürde, kağıt ve mum yapma tekniklerinde, altın, gümüş ve demir işletmeciliğinde, çömlek yapımında, marangozluk, halıcılık gibi sanatlarda oldukça gelişmişlerdi.
Türk dilinde ilk defa yazılı bir Türk edebiyatı meydana getirdiler. Uygurlar döneminde Türkçe, devletin bürokrasi dili haline gelmiş ve yazışmalar Uygur harfleriyle Türkçe olarak yapılmıştır. Yine Sanskrtiçeden, Çinceden Türkçeye kitaplar çevrilmiştir.
Uygurlar memleketin birçok yerinde Mani mabetleri kuruyorlar. Bu mabetler aynı zamanda bir kütüphane ve bu dine mensup olanlar beyaz elbise ve beyaz başlık giyiniyorlar.
Türk dilinin gelişmesinde bir dönüm noktası olan Uygur dili ve yazısı Karahanlılar döneminde altın devrini yaşadı ve Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig eserinde en olgun ifadesini buldu.
Bu tespitler Horasan coğrafyasında ciddi araştırmalar yapan ve Asya’nın kandilleri adlı kitabı ile kültür tarihimize önemli hizmeti olmuş Halime TOROS hanımefendiye ait. Karabalgas veya Kara Balgasun şehrini ilk kez belgeselleştiren ve burada araştırma yapan Türk Gazetecisi ve televizyon programcısı olmanın haklı gururu ile Orhon vadisi ve Ötüken diyarına veda ederek Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’a doğru sabah güneşinin ilk ışıkları ile yola çıkıyoruz. Güneşin altın sarısı ışıkları Karakurum şehri ve Ötüken diyarı ile Orhon vadisinde muhteşem güzellik sunuyor.
Yolumuz üzerinde Ulanbatur yakınlarında ki bir başka kültür coğrafyamıza çıkıyoruz. Burası başkent Ulanbatur yakınlarında ki Göktürk imparatorluğuna ait kültür havzası, Burası aynı zamanda doğal bitkiler ve yaban hayvanları milli parkı. Toprak yoldan bir hayli ilerleyerek milli park merkezine gidip, buradan yerl bir rehber alarak, tuz ve Moğolların Tuul nehrinin bulunduğu bölgeye derin vadiden geçerek iniyoruz. Bu vadi çok önemli.
- GÖKTÜRK ANIT MEZAR TAŞLARI
Bu vadi doğal flora ve faunasının yanında 1991 den bu yana türü yeniden ve yeni iklimde üretilmekte olan (TAKHİ) Przevvalski vahşi atları ile Türk mezarları ve heykellerinin bulunduğu arkeoloji bölgesi.
Tuz (Tuul) Nehri'nin kuzey batı kıtasında 88 km. batısındadır. 34 heykel 525 Balbal mezar taşının bulunduğu bu bölgede ki anıtlar Göktürk kahramanlarına adanmış. Mezar kompleksi görülmeye değer. Burada belgesel görüntüler çekip rehberimizden ve ekibimizde ki bilim adamlarından bilgiler alıyoruz. Rehberin verdiği bilgiye göre, Göktürk devleti bu civarda kurulmuş. Vadinin etrafı İngut dağları ile çevrili. Bulunduğumuz bu bölge dünyanın Büyük Sahra Çölünden sonra ikinci büyük çölü olan Gobi çöl ününde başlangıç noktası. Bu bölge de bulunan Türk Kahramanlarına adanmış mezar kompleksleri büyük bir kısmı müzelere taşınmış. Mevcut yerlerin ve taşların görüntülerini çekip, rehberimiz ve ekibimizle Türk ve Moğol şarkıları ile veda ediyoruz.
Artık Ulanbatur’a yaklaşıyoruz. Vadilerden, dağlardan ve bozkırlardan geçerken türk tarihi yine gözlerimin önünde canlanıyor ve kendimi Türk Tarihinin muhteşem geçmişine doğru yola çıkıyorum.
Türkler için bir dönüm noktası Göktürk Devleti yıkılınca Çinliler bütün Türk yurdunu ele geçirmek istedi. Emevi Devleti'nin ortadan kalkmasını da fırsat bilen Çin, batıya yöneldi. 751 yılında Araplarla Çinliler Talas Irmağı boylarında karşı karşıya geldi. Talas Savaşı'nda Çin Ordusu karşısında zorlanan Müslümanların yardımına Türk süvarileri yetişti. Türk süvarileri karşısında neye uğradığını şaşıran Çinliler Talaş Savaşı'nda ağır bir yenilgiye uğradı, sonra Müslümanlar, Türklerin yüksek ahlakını, idarecilik ve savaştaki üstün meziyetlerini yakından tanıma imkanı buldular. İki millet arasından kaynaşma oldu. İslam'ı kendilerine yakın gören Türkler kitleler halinde İslam dinine girdiler.
* TÜRKLER İSLAM ORDULARINDA...
Çok sayıda Türk, İslam ordusunda görev aldı. Zamanla Türk askerleri, ordu ve yönetimde söz sahibi oldu. Ve bin yıla yakın bir süre İslâmiyet'in bayraktarlığını yaptı. Cihana huzur, barış ve adalet dağıttı.
Türkler, Asya steplerinden Avrupa içlerine kadar uzanan bölgelerde büyük ve uzun ömürlü devletler kurdu. Kurulan her devlette İslam dininin ortaya koyduğu ilkeler ile Türk töre ve yaşayışı birbirine uyduğu ve birbirini tamamladığı için Türkler milli kimliklerini hiçbir zaman kaybetmediler. Büyük devletler, muhteşem medeniyetler kurdular.
Uygur Devleti'nin yıkılmasından sonra Karahanlı Devleti kuruldu. Kararanlılar İslamiyeti benimseyen ilk Türk devletiydi. Orta Asya bozkırlarında ilahi sesin duyulduğu bu ilk Müslüman Türk devleti oldu.
Türk kültür ve medeniyet tarihini anlayabilmek için Moğolistan’ı gezmek ve anlamak gerekiyor. Bugün Moğollarda birçok kültürleri ile Türklere benziyor. Moğol dili de Türk dili gibi Ural-Altay dil gurubundan. Moğolistan’ın genel kültürü ile araştırma yapıp bilgi sahibi olmaya çalışıyoruz.
MOĞOLLARDA TOPLUMSAL HAYAT
Moğol kültüründe Tibet Budizminden başka en etkili ikinci özellik göçebe yaşama olan bağdır.
Zaman içinde küçük değişim göstermiş olsada nefes kesen manzarasıyla bozkırın ayrılmaz eşidir.
Göçebe yaşam tarzı, en sıcak misafirperverlik ve sıcak karşılamayla şekillenmiştir. Göçerler yabancıya sunulan hoş karşılamanın gelecekte kesinlikle dönüşü olacağına inanırlar.
Cengiz Han'a duyulan saygı ve dillerden düşmeyen Cengiz Han söylemleri hayatın ayrılmaz parçasıdır.
MOĞOL MUTFAĞI
Moğollarda en büyük ve en önemli öğün sabah kahvaltısı ve akşam yemeğidir. Yiyecekler; yüzde yüz doğal ve ekolojik ürünlerden yapılır.
Coğrafi özellikleri nedeniyle tarım imkânı çok kısıtlı olan Moğolistan da beslenme et ve süt ürünleri tüketilmesi esasına göre düzenlenmiştir. Khorkhog -keçi etinin semaver benzeri bir kapta sıcak taşlar üzerinde pişirilmesi, buuz (etli mantı), ve tsuvan -yağda kızartılmış et- en bilinenleridir.
Tipik göçer Moğol ailesi yetiştirdikleri hayvanlardan haftada ortalama 2 koyun tüketir. Ana yemekleri keçi-koyun-kuzu eti ile yapılır. Et nadiren ızgara yapılır. Genellikle haşlanıp yağı ile birlikte tüketilir. Buğday kıymetli olduğu için un nadiren ve özenli kullanılır. Soğuk hava ve zorlu yaşam şartlarına direnmek için beslenme minimum sebze, maksimum yağ ve daha da fazla et prensibine göredir ve yemekler çok doyurucudur.
Geleneksel Moğolistan barbeküsünü tatma şansınız sadece bu ülke sınırlarında gerçekleşebilir.
Yemek, bire bir ölçüdeki su ve sütün içine atılan çay yapraklarının bir miktar tuz ile karıştırılarak kaynatılması prensibiyle elde edilen " ÇAYLI SÜT " ile birlikte yenir.
Dilerseniz çayınızı küçük taslarda tereyağı ya da kaymak ile de karıştırarak içebilirsiniz.
Çay dışında her yerde kesinlikle karşılaşacağınız bir başka içecek Türklerin
geleneksel içkisi KIMIZ’DIR. Moğolca ayrag denen Kımız, taze sağılmış at sütünün inek derisinden bir torbaya konup süzülmesi ve sık sık karıştırılması ile yapılır. Hafif ekşi ayran tadında bir içecek olan Kımız'da düşük oranda alkol oluşur. Öyle ki kımız içip sarhoş olabilmek pek mümkün değildir. 2 litre taze Kımızda ancak bir şişe biradaki kadar alkol oluşur. Kımız Şamanlar tarafından ayrıca ilaç olarak da kullanılır.
Turist kamplarında geleneksel kımız, yoğurt ve krema tatlarını da deneyebilirsiniz.
Moğolistan'da kurutulmuş peynir de et kadar çok tüketilir. Kurutulmuş peynir besleyici olması, kolayca yapılması, yaparken ve saklarken soğutma gerektirmemesi nedeniyle bölge için ideal bir yiyecektir.
Bazı kurutulmuş peynir cinsleri kemik kadar sert olabilir. Moğollar kurutulmuş peynirleri kuru tüketmenin yanında bir süre süt içinde bekleterek de tüketirler.
Bildiğiniz üzere turumuza tüm yemekler dâhildir. Şehirdeki yemekler Avrupa, Asya ve Moğol mutfağına ait olacaktır. Ger kamplarımızda sunulan kahvaltı ve akşam yemekleri batı ve Moğol yemeklerinin bir karışımı olarak hazırlanacaktır. Kişi başı günlük 2X 0.5 Lt içme suyu acente tarafından temin edilecektir.
MOĞOLİSTAN’DA İSLAM MEDENİYETİ.
Moğolistan’a gelipte İslam medeniyeti ile araştırma yapmadan dönmek olur mu? Biz de İslam medeniyeti ile ilgili burada araştırma yapıyoruz. 3 milyon nüfuslu Moğolistan’ da 300 bine yakın Müslüman yaşıyor. Moğolistan’ da ki Müslümanlar ve İslam medeniyeti ile ilgili bilgiyi Moğolistan İslam Federesyonu Başkanı Batır bek Hadis beyden alıyoruz. Türkiye’den gönüllü bu bölgelere giden ve Müslümanlara dini bilgi veren Moğolistan İslam Kültürleri Merkezi Birliği 300 civarında yatılı talebe okutuyor.
Batırberk Hadis beyin verdiği bilgiye göre Ulanbatur’da dört Camii var. Moğolistan genelinde 45 camii bulunuyor. Müslümanlar daha çok Çin’in Doğu Türkistan sınırında ki Bayan Ölgey şehrinde yaşıyor. Devlet dine müdahele etmiyor. Ayrıca Batırberk Hadis bey Moğolistan Cumhurbaşkanın da danışmanlığını yapıyor. Batırberk Hadis beyin ifadesine gore, Ulanbatur’da Cengiz Han’dan 800 yıl sonra büyük bir Camii yapılıyor. Camiinin Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkelerinin desteği ile yapıldığını öğreniyoruz. Ve camiinin görüntülerini çekiyoruz.
Moğolistan İslam Federasyonu Genel Başkan danışmanı Muzaffer beyden bilgiler alıyor. Bölge de yapılan İslami hizmetler ve kur’an eğitimi hakkında ki çalışmlar hakkında açıklamalar yapıyor.
Moğolistan’ daki Türk kolejini de ziyaret edip, kolejin çalışmaları ve hizmetleri hakkında bilgiler alırken, bu bölgeye eğitim gönüllüsü olarak gelen ve trafik kazası sonucu vefat eden Tonyukuk anıtı yakınlarında ki mezara defnedilen Adem TAT hocaya hayırla yad ediyoruz.
Moğolistan’da görevli Türkiye başbakanı adına hizmet veren kısa adı TİKA olan Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı Moğolistan koordinatörü Erol Çetin’den TİKA’nın bölge ile yaptıkları hizmetler hakkında bilgiler alıyoruz.
* MOĞOLİSTAN’A VEDE EDERKEN…
Artık Moğolistan’a veda vakti geldi. 20 Haziran 2010 tarihinde Rusya hava yollarına ait Moskova üzerinden bizleri Türkiye’ye getirecek Rus uçağına binmek üzere Ulanbatur Cengiz Han havalimanından uçağa bindiğimde özellikle pencere kenarını tercih ediyorum. Uçağımız havalandığında Ulanbatur şehri, üzerinde Ulanbatur’a el sallayıp Moğolistan dağları bozkırlar, Orhon vadisi ve Ötüken diyarını geride bırakıp, Kuzey Kutbu üzerinden Rusya’nın başkenti Moskova’ya uçarken aklım Moğolistan’da kalıyor. Elveda Ulanbatur, elveda Cengiz Han, elveda Göktürkler, elveda Orhon vadisi ve Ötüken diyarı, elveda Orhun abideleri, elveda Karabalgas, elveda imparatorluklar şehri Karakurum, elveda Moğolistan elveda.