Evliya çelebinin izinde Yunanistan'daki Osmanlı Vakıf Mirasını devri alem belgesel programı olarak araştırıp belgesel çekiyoruz
Osmanlı Devleti, 15. yüzyıldan itibaren fethettiği topraklarda kalıcı bir yönetim ve toplumsal düzen oluşturmak amacıyla vakıf kurumlarına büyük önem vermiştir. Yunanistan toprakları da Osmanlı hâkimiyeti altına girdikten sonra birçok cami, medrese, han, hamam, imaret, köprü ve çeşme gibi vakıf eseri ile donatılmıştır. Günümüzde bu eserlerin büyük bir kısmı tahribata uğramış ya da farklı amaçlarla kullanılmış olsa da, Osmanlı vakıf mirasının izlerini Yunanistan'ın birçok bölgesinde görmek mümkündür.
Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde Osmanlı Eserleri
Ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, 1667 yılında Yunanistan’a yaptığı seyahatlerde bölgedeki Osmanlı eserlerini detaylı bir şekilde anlatmıştır. Seyahatnamesinde Selanik'te 32 cami ve 150 mescitten bahsetmektedir. Ancak günümüzde Selanik’te Osmanlı dönemine ait tek minare kalmıştır. Bu minare, Sinan Paşa Camii veya Şeyh Oltacı Camii olarak bilinen yapıya aittir. İlginç olan nokta, buranın aslında Roma döneminden kalma bir ibadethane olduğu ve Osmanlılar tarafından camiye çevrildiğidir.
Evliya Çelebi, Atina, Yanya, Kavala, Gümülcine ve Girit gibi şehirlerde de Osmanlı vakıf eserlerini ayrıntılı bir şekilde betimlemiştir. Günümüzde bu eserlerin büyük bir kısmı yıkılmış veya farklı amaçlarla kullanılmış olsa da, onun yazdıkları Osmanlı mirasının büyüklüğünü gözler önüne sermektedir.
Cami ve Mescitler
Osmanlı döneminde inşa edilen camiler, sadece ibadet mekânları olarak değil, aynı zamanda eğitim ve sosyal yardımlaşma merkezleri olarak da kullanılmıştır. Atina, Selanik, Yanya, Gümülcine, Kavala, Girit ve diğer birçok Osmanlı şehrinde önemli camiler inşa edilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
* Fethiye Camii (Atina): 15. yüzyılda inşa edilen bu cami, Atina’nın en önemli Osmanlı eserlerinden biri olup, Osmanlı’nın şehirdeki ilk büyük yapılarından biridir.
* Yeni Cami (Selanik): 20. yüzyılın başlarına kadar Selanik'teki Müslüman cemaatine hizmet eden bu cami, günümüzde sergi alanı olarak kullanılmaktadır.
* Çelebi Sultan Mehmet Camii (Dimetoka): Osmanlı’nın Balkanlardaki en eski camilerinden biri olup, 1420 yılında inşa edilmiştir.
* Hacı Mehmet Camii (Girit): Osmanlı döneminde inşa edilen önemli camilerden biri olup, uzun yıllar ibadete açık kalmıştır.
Çeşmeler ve Sebiller
Osmanlı döneminde suyun erişilebilir olmasını sağlamak amacıyla çeşme ve sebiller inşa edilmiştir. Yunanistan'ın birçok kentinde Osmanlı çeşmelerinin izlerine rastlamak mümkündür:
* Bey Hamamı Çeşmesi (Selanik): 15. yüzyılda inşa edilen Bey Hamamı'nın yanında yer alan bu çeşme, Osmanlı’nın su mimarisine güzel bir örnektir.
* Gümülcine Çeşmeleri: Gümülcine’de Osmanlı döneminden kalma çok sayıda taş çeşme bulunmakta olup, bunların bazıları hâlâ kullanılmaktadır.
* Yanya Ali Paşa Çeşmeleri: Osmanlı valisi Tepedelenli Ali Paşa tarafından yaptırılan çeşitli çeşmeler, Yanya'nın su ihtiyacını karşılamak amacıyla inşa edilmiştir.
* Kavala Çeşmeleri: Osmanlı döneminde Kavala'da inşa edilen çeşmeler, hâlâ şehrin önemli su kaynaklarından biri olarak varlığını sürdürmektedir.
Diğer Vakıf Eserleri
Osmanlı vakıfları yalnızca cami ve çeşmelerle sınırlı kalmamış, sosyal ve ekonomik hayatı destekleyen birçok yapı da inşa edilmiştir:
* Bedestenler ve Hanlar: Selanik, Kavala, Varna ve Yanya gibi şehirlerde Osmanlı dönemi ticaretinin kalbi olan bedestenler ve hanlar bulunmaktadır.
* Hamamlar: Osmanlı hamam kültürünün bir yansıması olarak birçok şehirde büyük hamamlar inşa edilmiştir. Selanik'teki Bey Hamamı, en iyi korunmuş Osmanlı hamamlarından biridir.
* Köprüler: Osmanlı’nın ulaşıma verdiği önemin bir göstergesi olarak Yunanistan’da birçok taş köprü inşa edilmiştir. Arta, Grevena ve Kavala’daki Osmanlı köprüleri, döneminin mühendislik harikaları arasında yer almaktadır.

Evliya Çelebi’nin İzinde Osmanlı Vakıf Mirası
Osmanlı’nın vakıf medeniyetini Yunanistan ana karasında araştırmaya devam ediyoruz. Evliya Çelebi, bundan 400 yıl önce bu toprakları adım adım gezmiş, şehirlerdeki vakıf eserlerini ve Osmanlı’nın bıraktığı izleri kaleme almıştı. Biz de bugün, dört asır sonra, onun izinden giderek bu kadim mirası keşfediyoruz.
Büyük padişahların, hayırsever paşaların ve ilim sahiplerinin elinden çıkan cami, medrese, han, hamam ve çeşmeler, Osmanlı’nın bu coğrafyada bıraktığı en kıymetli emanetlerdir. Vakıf eserleriyle bezeli şehirlerde, minareler göğe yükselirken, su yolları ve köprüler beldelere hayat vermektedir. Evliya Çelebi’nin kalemiyle anlattığı bu eserler, bugün hâlâ Osmanlı’nın vakıf medeniyetini bizlere hatırlatmaktadır.



Drama’ya vardığımda, Büyük Cami’nin zarif minaresi semaya yükselir, İbrahim Paşa Camii’nin avlusunda su sesleri yankılanır. Hamam-ı Atik’in kubbesinden buhar yükselirken, bedestende tüccarlar alışveriştedir. Osmanlı’nın kemerli köprüleri suyun üstünde dimdik durur.
Yanya’da Fethiye Camii’nin cümle kapısından içeri girerken, Aslan Paşa Camii’nin çinili duvarları gözümü kamaştırır. Kale-i Yanya’nın yüksek burçları, şehri korur. Ali Paşa Sarayı’nın işlemeli kapılarından ilim ve devlet kokusu yayılır.
Taşöz Adası’nda liman yapıları, gemilere sığınak olurken, gümrük binasında tüccarlar defter tutmaktadır. Osmanlı hanları, yolculara dinlenme imkânı sunarken, küçük çeşmelerin berrak suyu serinletir.
Midilli’de Sultan Süleyman Camii’nin kubbesi göğe yükselirken, Yeni Cami ve Hamidiye Camii şehre huzur yayar. Midilli Kalesi’nin surlarından denizi seyrederim. Hamamlardan buhar yükselirken, bedestenlerde mücevherler alıcılarını bekler.
Pire’de tersanelerde gemiciler çalışmakta, gümrük binalarında ticaretin düzeni sağlanmaktadır. Kervansaraylar, yolculara konaklama sunar, çeşmeler yol kenarlarında susuzları karşılar.
Sakız Adası’nda, Osmanlı Kalesi’nin taşları zamana meydan okur. Sultan İbrahim Camii’nin içindeki hat yazıları göz alıcıdır. Kervansarayda tüccarlar, medresede talebeler ilimle meşguldür. Sakız Çeşmeleri, adaya Osmanlı’nın bereketini taşır.



Osmanlı vakıf eserleri, Yunanistan’daki tarihî ve kültürel mirasın önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi, 17. yüzyıldaki Osmanlı mirasının zenginliğini anlamamıza ışık tutmaktadır. Ancak zaman içinde Osmanlı eserlerinin çoğu yıkılmış veya dönüştürülmüştür. Bugün hâlâ ayakta kalan eserler, Osmanlı'nın bölgedeki etkisini ve geçmişteki toplumsal yapıyı gözler önüne sermektedir. Osmanlı vakıf mirasının korunması ve araştırılması, hem tarihî hem de kültürel açıdan büyük bir önem taşımaktadır. Yunanistan... Ege'nin karşı kıyısında, Mora Yarımadası’nın bulunduğu coğrafyada yer alır. 400 yılı aşkın bir süre Osmanlı toprağı olarak huzur ve refah içinde yaşamış bu topraklar, Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra politikalarını Türk düşmanlığı üzerine kurmuş bir ülke haline gelmiştir. Kavala’sı, Selanik’i, Atina’sı, İskeçe ve Gümülcine’siyle ata yadigârı toprakları barındırır içinde. Burası, Yunanistan.

"Yolculuk başlamasa yürek çağırmaz" diyor şair. Uzun bir yolculuk, bir yaz sabahı kuşluk vaktinde İstanbul’dan başlıyor. Yunanistan’a gitmek üzere İstanbul’dan otobüsle yola çıkıyoruz. Sabahın erken saatlerinde Edirne’deki İpsala Gümrük Kapısı’na ulaşıyoruz. Türkiye sınır kapısı modern bir yapıya kavuşmuş; yenilenmiş ve ülkemize yakışır uluslararası bir sınır kapısı haline gelmiş. İpsala’dan geçip Meriç Nehri üzerindeki köprüyü aşıyoruz. Artık Yunanistan topraklarındayız. Seyahatimiz başlıyor.

Keşfedilmeyi bekleyen kültürel miraslarımızın nadide eserleri bizi çağırıyor. Yollara düşüyoruz. Dere tepe düz giderken tarih şahlanıyor, mekân dile geliyor, zaman kayboluyor. Köyler ve kasabalar, kendi hikâyelerini anlatıyor bize... geçmişlerini, hatıralarını... Osmanlı yadigârı bu topraklara adım atıyoruz. Burası Batı Trakya. Her ne kadar Yunanistan sınırları içinde yer alsa da, bizim gönlümüzde bir yaradır Batı Trakya. Uzun yıllar Osmanlı’nın idaresinde kalmış bu bölgede çevre manzaraları adeta bir tabloyu andırıyor. Yol boyunca tarlalar çiçeğe bürünmüş. Batı Trakya'nın yoksul bırakılmış köylerinde, elif minareli camiler birer birer dile geliyor.

AB Üyesi Yunanistan, Batı Trakya’daki Müslüman Türk Azınlığı Neden Yoksul Bıraktı?
Avrupa Birliği fonlarından milyonlarca euro harcanarak inşa edilen otobanda ilerlerken, kendimizi Anadolu'nun herhangi bir bölgesindeymiş gibi hissediyoruz. Yolun sağında ve solunda küçük köyler beliriyor. Kırmızı kiremitli evler ve minareli camiler, adeta bizim kültürümüzü fısıldıyor. Yunan devleti, Batı Trakya’daki Türkçe yer adlarına tahammül göstermemiş. Bölgede şehir ve köylerin Türkçe adları çoktan değiştirilmiş. Fenercik beldesi “Feres”, Dedeağaç “Aleksandrupoli”, Gümülcine “Komotini” ve İskeçe “Xanthi” olarak anılıyor artık. Otobüs camından minareli Batı Trakya köylerini izlerken duygulanıyor, derin bir “ah” çekerek;
"Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer" diyerek yolumuza devam ediyoruz.

Yunanistan beş ana bölgeye ayrılır: Makedonya, Trakya, Epir, Tesalya ve Mora. Ülke topraklarının yaklaşık dörtte üçü dağlık, az bir kısmı ise ovalıktır. Akdeniz iklimi hâkimdir. Kıyı bölgelerinde ve adalarda zeytin, pırnal, sakız ve çam ağaçları sıkça görülür. Yaklaşık 9.9 milyon nüfusa sahip olan Yunanistan’da nüfusun üçte birine yakını başkent Atina ve çevresinde yaşar. Parlamenter cumhuriyetle yönetilir. Önemli şehirleri: Atina, Selanik, Pire, Patras, Kavala, Yanya, Serez, Girit ve Korfu’dur. Resmi dili Yunancadır. Yunanistan'da yaşayan Türkler, her türlü baskıya rağmen Türkçe konuşmakta ve Yunancayı da bilmektedir.

İskeçe’den Kavala’ya, Kavala’dan Selanik’e Uzanan Osmanlı İzleri
Osmanlı Türk eserlerini araştırmak üzere yolumuza devam ediyoruz. İlk durağımız İskeçe. Rodop Dağları’nın eteklerine kurulmuş bu şehirde bizi ilk karşılayan Osmanlı yadigârı bir saat kulesi oluyor. Güneş ışığı kuleye vuruyor ve adeta “merhaba” diyor bize. Paskalya bayramına denk gelen seyahatimizde, dükkanlar kapalı. Caddeler sakin. Ağaçlıklı yollardan geçerek Kavala’ya doğru ilerliyoruz.

Kavala, bugün on binlerce Türk’ün yaşadığı Yunanistan’ın en yoksul bölgelerinden biri. Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe gibi güzel Osmanlı şehirlerini geride bırakıp, Kavala’ya yaklaşıyoruz. Uzaktan görünen kale, yaklaştıkça su kemerleriyle bütünleşiyor. Osmanlı’nın şehre su getirmek için inşa ettiği muhteşem su kemerleri, hâlâ dimdik ayakta. Kanuni Sultan Süleyman’ın yadigârı olan bu eserler, Osmanlı’nın su kültürünü en güzel şekilde yansıtıyor.

Kemerlerin yanında, kiliseye çevrilmiş bir caminin hüzünlü hâli dikkat çekiyor. Yol üstünde Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından yaptırılmış bir imarethane görüyoruz. Paşa’nın doğduğu ev ise restorasyonla korunmuş, karşısına büyük bir heykeli dikilmiş. Yunanlıların bu ilgisi, Paşa’nın 1831-1839 yılları arasında Osmanlı’ya isyan etmiş olmasından kaynaklanıyor.

Kaledeki gezimiz sırasında, Türkiye’den göç etmiş Rum bir aileyle karşılaşıyoruz. Bizimle Türkçe konuşuyorlar. Kahve ikram ediyorlar, içimiz ısınıyor. Kavala’nın Osmanlı’dan kalan evleri, camileri, sokakları her yönüyle Türk kimliğini anlatıyor. Ancak birçok cami yıkık dökük, yalnız bırakılmış.

Selanik ve Atatürk’ün Doğduğu Ev
Kavala’dan Selanik’e doğru yol alıyoruz. Yol boyunca üzüm bağları bize eşlik ediyor. Selanik yakınlarındaki Kestanelik bölgesinde kısa bir mola veriyoruz. Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi burada gümrük müdürlüğü yapmış. 1881 yılında Mustafa Kemal bu şehirde dünyaya gelmiş. Doğduğu ev bugün müze olarak hizmet veriyor.

Selanik, Osmanlı döneminde kültür, eğitim ve ticaretin merkeziydi. Osmanlı döneminde lisenin kurulduğu İdadi binası, bugün Avrupa Birliği Gençlik Merkezi olarak kullanılıyor. Kale ve tarihi yapılar hâlâ ayakta, fakat birçok Osmanlı eseri ya yok edilmiş ya da kiliseye çevrilmiş. Beyaz Kule, Selanik’in sembollerinden biri. Şehirdeki minareler çan kulelerine dönüştürülmüş, kalan camiler ise harap durumda.

Yanya ve Rodos: Bir Zamanlar Osmanlı'nın Gözbebeği
Yanya’ya sabahın erken saatlerinde ulaşıyoruz. Şehir merkezinde karşımıza tarihi bir çınar çıkıyor. Kaleye doğru ilerliyoruz. Osmanlıca kitabeler, tuğralar hâlâ yerinde. Restore edilen bazı yapılar, Türk izlerini yok sayarak farklı kültürlere atfedilmiş. 1606 tarihli Arslan taş örtülü binalar dikkat çekiyor. Arnavut kaldırımları ve çiçeklerle sarılmış duvar dipleri, geçmişten bir tablo sunuyor.

Son durağımız: Rodos. 1522’de Osmanlı’ya geçen ada, 1912’de Yunanlıların eline geçti. Tarihi limandan şehre giriyoruz. Rodos’ta birçok cami olmasına rağmen, şehir siluetinde minare göremiyoruz. Şehrin merkezinde ezan sesi yükseliyor ama camilerin çoğunun minaresi yıkılmış, bazılarına kilit vurulmuş. En dikkat çekici mekânlardan biri ise Murat Reis Külliyesi. Türbesi, camisi, çeşmesi ve tekkesiyle Osmanlı’dan kalma bir maneviyat merkezi.

Yunanistan'ın yüksek dağlarından Olimpos’a uzanıyor gözlerimiz. 2917 metreye yükselen bu heybetli dağ, bize tarihten fısıldıyor. Yollar, yapılar, insanlar... Hepsi bir hikâye anlatıyor. Osmanlı’nın izleri silinse de, gönlümüzde hâlâ yaşıyor.
banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981